Bölüm #1 – Baba Bizi Eversene

Bölüm #1 – Baba Bizi Eversene

Gerekli Detay Bölüm #1

Bölümü dinlemek için tıklayın.

Bu bölümde, rahmetli Barış Manço’nun rol aldığı tek film olan “Baba Bizi Eversene” filminden bahsediyoruz. Dilimiz döndüğünce gerek filmle, gerek Barış abiyle, gerekse filmin harika müzikleriyle ilgili bilgiler veriyoruz.

EMEA bölgesinin en çok dinlenen 889’uncu podcast’i Gerekli Detay’a hepiniz hoş geldiniz.

Gerekli Detay’ın yeni bir bölümüne hepiniz hoş geldiniz. Bu bölümde, 1975 yapımı bir filmin müziğinden bahsedeceğiz.

Tahmin edeceğiniz üzere, filmimizin adı “Baba Bizi Eversene”. Ahmet Üstel’in yazdığı, Oksal Pekmezoğlu’nun yönettiği bir komedi filmi. Tosun Yusuf Mehmet Barış Manço’nun oynadığı ilk ve tek film olması da bu filmi ayrı bir yere taşıyor benim gözümde.

Bu da bu bölümün ilk gerekli detayı olsun. Barış abinin, Barış Çelebi’nin doğum adı Tosun Yusuf Mehmet Barış Manço. Oğlu Doğukan Manço’nun YouTube’da bir videosu var, “Barış Manço’nun Asıl İsmi” başlıklı. Hikayenin daha detaylı hâlini kendisinden dinlemenizi öneririm. 2 Ocak 1943 tarihinde doğan Barış abi, Türkiye’de “Barış” ismine sahip ilk kişi. İkinci Dünya Savaşı döneminde, barışa duyulan özlemden dolayı ailesi bu ismi seçiyor. Aile, Barış abinin dedesi Mehmet Abdi Manço’yu anmak için Mehmet Barış ismini vermek istiyor çocuğuna. Ama henüz dünyaya gözlerini açmamışken, Barış abinin bir kuzeni vefat ediyor 1942 yılında. Yusuf Ulcay. Kuzenin kaybının acısı da bu durumun üzerine ekleniyor. Dahası, Barış abi 5,5 kiloya yakın doğuyor. Hastanedeki hemşireler de “Bu çocuğun ismi Tosun olsun” deyince, Tosun Yusuf Mehmet Manço olarak geçiyor kayıtlara. 1954’de Galatasaray Lisesi Ortaokul sınavına gireceği dönemde, nüfus kaydından Tosun Yusuf ismi kaldırılıyor. Ancak gördüğünüz gibi, Yusuf Ulcay’ın ismi de ölümsüzleştirilmiş.

Aile aile dedik, anne babadan da bahsedelim. Rikkat Uyanık ve İsmail Hakkı Manço’nun ikinci çocuğu Barış Manço. İlk çocuk da, 1941 doğumlu Savaş Manço. Savaş döneminde doğduğu için bu ismi almış tahmin edeceğiniz üzere. İki kardeşi daha var, İnci ve Oktay isimlerinde.

Anne Rikkat Uyanık, Türk sanat müziği hocası ve sanatçısı. Konservatuvarda çalıştığı dönemde, Zeki Müren’in de hocalığını yapıyor Rikkat Hanım. Bu da çok önemli bir detay bence. TRT arşivlerinde, Rikkat Hanım ile Barış Manço’nun birlikte katıldığı televizyon programlarını bulabilirsiniz. Kesinlikle bir bakın derim.

Barış abi ile ilgili çok fazla konuşmak istemiyorum. Yani gerçekten, onu ifade edebilecek sözcükler bende yok. Ne diyebilirim ki? Türkiye’de rock müziğin öncülerinden. Sayısız ülke gezdi, konserler verdi. Pek çok albüm ve single yayınladı. Tonla bestesi var. Bir “Kaygısızlar” dönemi var. “Kurtalan Ekspres” dönemi var. Burada, sadece ilgimi çektiği için isim ve aileden bahsettim dilim döndüğünce de. Barış Manço anlatılacaksa; gerçekten profesyonel araştırmalarla, incelemelerle anlatılmalı. Benim gözümde ki bunu söylerken bile çekiniyorum, neticede hangi gözle hangi kulakla Barış Manço’ya dair bir şeyler söyleyebilirim ki? Barış Manço başlı başına bir kültürel miras gerçekten. Bir değer, yeri doldurulamayacak bir değer.

Barış abinin “Mahir” karakterini canlandırdığı “Baba Bizi Eversene” filmine geri dönüyorum. İstanbul ve İzmir’de çekiliyor film. Filmin müziklerini, Barış Manço ve Kurtalan Ekspress grubu besteliyor. Hatta grubun bazı üyeleri filmde de görünüyor bazı sahnelerde.

Filmi izleyenler bilir, baya sağlam bir rock parça var filmde, İngilizce. Şimdi ona geliyorum işte. Dilerseniz şarkıyı bir dinleyelim, sonra üzerinde biraz daha konuşalım. Hem bir hatırlamış oluruz, hem de kulaklarımızın pası silinir.

Bu güzel şarkının ardından, filmden bahsedelim biraz da. Şarkıya daha detaylı tekrar döneceğiz merak etmeyin. Hoşuma giden şeylerden ilki, bu filmin giriş kısmı, intro’su artık ne derseniz, çok iyi hazırlanmış. Oyuncular ve ekip, karikatürlerle anlatılıyor. Filmin ilk karesinde ise “Erman Film takdim eder” ifadesi var. Çok hoşuma gidiyor böyle şeyler gerçekten. Karikatürler cidden komik. Hatta son karikatürde, haşarı bir çocuk, bir bikiniyi çekiyor. Ablanın elinde Nivea krem var falan. Aralarda dikkatimi çeken süper bir karikatür var. Bir çocuk, duvara “Ne mutlu Türk’üm diyene” yazıyor. Filmin bazı sahnelerinde de çok güzel Türk bayrağı görüntüleri var.

Ben bu olayı çok seviyorum mesela. Amerikalı bunu baya iyi yapıyor. Tonla süper kahramanı basıyorlar piyasaya. Her sahnede bir Amerikan kültürü yedirme, bayrak gösterme çabası var. Burada şey demiyorum yanlış anlaşılmasın, işte “vay emperyalist şerefsizler gözümüze gözümüze sokuyor” falan değil. Yapacak tabii niye yapmasın. Ortada bir film var, müzikler var, mekanlar var, oyuncular var. Neticede bir sanat eseri. İçinde yoğrulduğu kültürü de izleyiciye göstermek istiyor. Zaten çevrenize bir baksanıza Maşallah herkes Amerikan kültürüne, uzak doğu kültürüne falan hakim ama hiç gidip görmemişler oraları. Böyle böyle kültür alışverişi yapılıyor zaten. Bunda yanlış bir şey yok. Ama ne bileyim, sanki biz bu işi doğru yapamıyormuşuz gibi geliyor bana. İki lafımızdan biri “cennet vatanımız” ama hâlâ gidip turist taciz ediyoruz falan. Elimizdeki cevherlerin kıymetini bilmediğimiz gibi, doğal güzelliklerimizi yok ediyoruz. Her yana AVM dikiyoruz. Sonra elalem gelip sana orada Nike satıyor, Adidas satıyor, Starbucks bardağı koyuyor önüne, kapısında sıra bekliyorsun işte. He şunu diyebilirsiniz, “lan sen hiç mi yapmıyorsun bunları” ya da “memleketin ne kadarını gezdin gördün”? Haklısınız ki, itiraz etmiyorum buna. Ben bireysel kararlardan veya davranışlardan falan bahsetmiyorum burada. Genel olarak biz bu memlekette neden güzel işler yapmıyoruz diyorum. “Hiç güzel iş yapılmıyor” demiyorum bak. Sağa sola çekmesin kimse laflarımı. Adamlar Battlefield oyununu yaptı, hikayede Çanakkale Savaşı var. Sen İngiliz askerini oynuyorsun ve kaybediyorsun abi o savaşı. Kazanamıyorsun o bölümü yani hikayenin doğrusu bu çünkü, Türkler kazandı oradaki savaşı. Akşam haberlerinde bir baktım “Türklere ağır hakaret, Türk askerlerinin öldürüldüğü oyun” diye bağırıyorlar. Kafayı yiyorum. Ölmedik mi? Gencecik insanlar hayatını kaybetmedi mi bu topraklarda? Savaşlar gerçek değil miydi? Gerçekti. Öldük, öldürdük, kazandık. Bitti. Dünyanın her yerinde yaşandı bunlar. Çok istiyordun madem sen yapsaydın bir 1. Dünya Savaşı ya da Kurtuluş Savaşı temalı oyun, dağıtsaydın bütün memlekete. Herkes hikayeyi doğru bir şekilde, belgelerle, oyun oynayarak öğrenseydi. Niye yapmadık bunu biz? Sonra bir başkası gelip, senin de içinde bulunduğun tarihi bir olayı oyun yapıyor. Kızıyorsun bir de.

Biraz saptım konudan kusura bakmayın da yani cidden yoruyor bu zihniyetler beni. Filmin intro’suyla ilgili son bir şey daha söyleyeyim müsaadenizle. Ağız alışkanlığına bak yalnız kendi kendime konuşup kayıt alıyorum, kimden müsaade istiyorsam? Neyse, böyle eski filmlerde, eski oyunlarda, eski müziklerde bir sürü isim geçiyor ya önümden. Işık, montaj, negatifler, kamera falan. Bilmiyorum belki angutluk bendedir ama düne kadar hâlâ Windows Movie Maker kullanıyordum. Burada geçen isimler nasıl bir kariyer yolu seçip ilerledi de 50 – 60 sene önce bu işlere girdi acaba, çok merak ediyorum gerçekten. Elimin altında her bir halt var, hâlâ sıfır yetenekle hayatımı sürdürüyorum. Bu da benim ayıbım cidden.

Filmin fabrika sahneleri var mesela beni çok etkileyen. Daha ilk sahnelerde rahmetli Hulusi Kentmen’in bir girişi var içeri böyle takım elbiseyle. Ateş ediyor yemin ediyorum. Kostümler çok iyi cidden. İspanyol paça pantolonlar, renkli gömlekler falan. Bir de tabii Barış Manço’nun pantolon askısı var. Ne zaman “hallederiz” modunda olsa “çat çat” çekip bırakıyor lastikleri. Hulusi Kentmen’in masada Barış Manço’nun oyuncak bebeği var. Hulusi Kentmen Mahir’e kızıyor, bebeğin saçını kesiyor, kafayı yemiş artık sinirden. Bir “Ulan Mahir” deyişi var, çok geyiğini yapıyoruz bu lafın aile içinde.

Şey çok güzel mesela. Fabrikada mesai bitince akşamları müzik yapıyorlar ekipçe. Mahir’i provaya forkliftle getiriyorlar. Barış abi gitarı çalarak geliyor odaya böyle. Hani hep bir silikon vadisi kafamız var ya sektörde. İşte “abi benim bir side project var weekend project var geceleri çalışıyorum üzerinde. Startup abi girişim yatırım garaj yok ama.” falan. Al sana garaj işte. Gündüz fabrikada çalışıyor, mesai bitince bir yandan da müzisyenlik var. Canavar gibi ortam.

Filmin müzikleri çok iyi zaten. Yine bir sahnede bir muhabbetin sonunda Barış abi “Tabii, ben bilirim” tarzı bir şey söylüyor. “Ben Bilirim” şarkısına bir gönderme. Sonra Kordon’daki çekimlerde bu şarkı çalıyor. İnsanların tepkisi de çok hoşuma gidiyor bu eski filmlerde. Hiç öyle sahne bozulur yapma etme falan yok. Millet toplanıyor kenarda, oyuncuyu izliyor. Düşünsene İzmir Kordon’dasın. Önünden Barış Manço geçiyor faytonla, Ben Bilirim söylüyor. İnsanların yüzü gülüyor ya o sahnelerde. Bizde de kabahat var tabii şimdi yolda gördüğümüzün koluna sarılıp “hadi hadi fotoğraf” diyoruz falan. Ama ayrı dönemler işte, benim çok hoşuma gidiyor. İzmir Fuarı’nda çekilen sahneler var, lunaparkta. İzmir’in İzmir, fuarın fuar olduğu zamanlar. Şimdi yüzüne bakılmıyor bu mekanların. He diyebilirsiniz “yoo ne alakası var biz hep oradayız” falan ama aynı değil işte güzel kardeşim, alakası yok eski zamanlarıyla. Konuşturtma beni. Sen memnunsundur eyvallah, ben değilim. Belkli hanzoluk bendedir tamam ona da bir şey demiyorum.

Ben Bilirim’in haricinde, meyhanede bir “Gamzedeyim Deva Bulmam” sahnesi var. “Dere Boyu Kavaklar”, “Acıh da Bağa Vir” gibi efsane yorumlar var filmde. Bu şarkıların sözleri zaten apayrı bir konu. Oturup üzerine saatlerce konuşulabilecek göndermeler var. Mükemmel tespitler var. Hayat dersi var ya, hayattan kareler var. Şu telefondan kafamızı kaldırıp etrafımıza bir baksak, böyle sözleri bir dinlesek gerçekten dünyaya bakışımız değişir. Bu şarkıların her biri de, film içerisinde klip barındırıyor. “Kışlalara geldi bahar” derken Barış abi, Meral Zeren ile beraber kışlanın önünde mesela. Yemek dağıtılırken, Barış abi elinde tabakla “Acıh da bağa vir” diyor falan. Çok güzel kafalar gerçekten.

Ben Bilirim ile ilgili de kısa bir anımı anlatmak istiyorum. Bizim ailede müzik çok dinleniyor gerçekten. Annem de babam da çok sever. İki abim var, Ahmet ve Mehmet. Aramızda epey bir yaş farkı olunca da müzikler hep nostalji oldu bende. Bendeniz, Zerrin Özer, Fatih Erkoç, Mustafa Sandal, Harun Kolçak falan dinliyorduk böyle beraber. Daha neler neler. Evdeki herkes zaten Barış Manço hastası. Müzik kafası bir de dayıoğullarıyla tutuyordu bizde. Ali abime ve Fatih abime de bir selam göndereyim buradan. Çok kıymetlidirler benim için. Kaset alışverişi yapıyorduk aramızda. Mevzuya bakar mısın, bir şarkı dinlemek istiyorsun, parasıyla bile yok kaset ortada. Gidip rica ediyorsun, eşinden dostundan ödünç alıyorsun öyle dinliyorsun şarkıları. Barış Manço’nun Ben Bilirim kasetini almıştık. Bu takaslar da hep şey böyle, işte bu akşam iftarda getir, alayım. 2 hafta sonraki iftar yemeğinde geri getireyim falan. Kaseti ödünç aldık dayıoğullarından, dinliyoruz falan arabada. Bir gece bizim arabayı açtılar Buca’da. Adam teybi falan almamış he. Her şey yerli yerinde duruyor. Kaseti çalmış gitmiş herif. Olaya bakar mısın?

Şimdi gelelim daha önce dinlediğimiz Fairground şarkısına.

Evet arkadaşlar. 1968 yılının sonlarına doğru, Barış Manço ve Kaygısızlar ekibi, albümlerini yurt dışında çıkarmak amacıyla Paris’e gidiyorlar. Tabii o dönemde Fransa’daki kayıt stüdyoları, müzik anlayışı falan apayrı bir kalitede. Grubun orada kaydettiği şarkılardan birini de az önce dinlediniz, Fairground. Bu şarkı plak olarak yayınlanmıyor, ancak Baba Bizi Eversene filminde kullanılıyor, arada 7 yıl var. 1980’de de “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa” albümünde yer alıyor bu şarkı.

Hazır yeri gelmişken, Kaygısızlar grubunun da bambaşka bir hikayesi var. Davulda Ender Arol, bas gitarda Semih Oksay ve gitarda Aziz Fuat Güner ile 1965’te kuruluyor grup. Aziz Fuat Bey tanıdık geldi mi?

Aziz Fuat Güner’in yolu, bir noktada Mahmut Mazhar Bey’le kesişiyor. Mahmut Mazhar’ın solistliği hoşuna gidiyor Aziz Fuat’ın ve Kaygısızlar’a katılmayı teklif ediyor. Evet, Mazhar Alanson’dan bahsediyorum. MFÖ’nün Fuat’ının ve Mazhar’ının birlikte çıkacağı muazzam müzik serüveninin ilk adımları bunlar.

Gerçekten, özellikle son 10-15 yılda gerek ülkemizde gerekse dünya genelinde “sanatçı” olarak piyasaya çıkan ama asla bu ünvanı hak etmeyen pek çok kişi var, bunun siz de pekala farkındasınızdır. Bunu düşünen tek kişi olmadığıma adım gibi eminim. Bir yanda da böyle hikayeler var. Cidden; bunları okumak, dinlemek tüylerimi diken diken ediyor benim. Muazzam hatıralar bunlar. Ve gerçekten şurada bilmem kaç dakikadır konuşup anlatmaya çalıştığım şeyler çok yüzeysel kalıyor.

31 Ocak 1999 tarihinde, gece saat 23:30 civarında kalp krizi geçiriyor Barış Manço. Kaldırıldığı hastanede 1 Şubat gecesinde saat 01:30 civarında hayata gözlerini yumuyor.

Bu bölümü kapatırken, tıpkı Baba Bizi Eversene filminin sonunda olduğu gibi, Barış abinin “Nazar Eyle” şarkısını dinleyelim istiyorum. Çocukluğumdan beri her dinlediğimde gözlerim dolar. Apayrı bir yeri vardır bende bu şarkının. Pek kıymetli Barış Manço’nun ve bizlere harika bir dünya bırakmak için çabalayan tüm sanatçılarımızın, tüm kaliteli insanlarımızın ruhuna rahmet diliyorum Allah’tan.

Sağlıcakla kalın.

Bir Cevap Yazın