Bölüm #10 – 999999 in 1

Bölüm #10 – 999999 in 1

Gerekli Detay Bölüm #10

Bölümü dinlemek için tıklayın.

EMEA bölgesinin en çok dinlenen 889’uncu podcast’i Gerekli Detay’a hepiniz hoş geldiniz.

Bölüm 10’a hepiniz hoş geldiniz. Bölüm 6’da eski oyunlarla ilgili bir bölüm gelecek demiştim. Bölüm 8’de de Darude’un ve JS16’in Atari’sinden bahsetmiştik.

E artık zamanı geldi değil mi? Bu bölümde, çocukluğumda kullandığım oyun konsollarını, oynadığım oyunları ve bu oyunların hayatımdaki etkilerini paylaşacağım sizlerle.

Şimdi burası muazzam hatıralarla dolu. Hatıralar da muazzam boşluklarla dolu. Bunun pek çok sebebi var. Birincisi, çocuğum. Yaş böyle 5-12 arası falan. İkincisi, internet diye bir şey yok elimizin altında. Bir şeyler yapıyoruz ama neyin ne olduğunu bilmiyoruz. Fırtına gibi esen bir cehalet dönemi var. Mesela biri, ankesörlü telefona “Commodore” dediyse, uzunca bir süre ankesörlü telefonu Commodore sanabiliyorsunuz. Öyle bir dönem. 90’ların sonu, 2000’lerin başı.

Bu dönemde, televizyona bağlanan oyun konsollarını kullanıyorduk. Ancak bu oyun konsolu dediğimiz şeyleri, bugünkü PlayStation ya da Xbox gibi düşünmeyin. Değişik bir şey. Bir kutu var. Anten kablosu, adaptörü falan var. Bağlıyorsun televizyona. Televizyondan UHF kanal taraması başlatıyorsun. Bir yerde yayını buluyorsun. Konsolun verdiği görüntüyü televizyonda görüyorsun. Hemen akabinde bu kanalı 99’a kaydediyorsun. Çünkü 1’de TRT-1, 2’de TGRT, 3’te Kanal D var falan. Böyle böyle gidiyor. Sen tutup bunu 15, 20, 30 bir yere kaydedersen evde olay çıkar. O yüzden 90’ve sonrası evin çocuklarına rezervedir. 90’dan itibaren yabancı müzik çalan kanallar, çizgi filmler var. 98 rezerve. Olur da bir başkası konsolunu getirirse onu da 98’e kaydedeceksin. 99’da da bizim konsol var.

Şimdi benim biraderler, babam falan birlikte oynarlarmış bunları. Ellerinde bir Atari varmış. Halk arasında bilinen adıyla “Kara Kutu”. Muazzam bir boks oyunundan bahsediyorlar. Saatlerce oynayıp joystick’leri kırarlarmış ve kırık joystick’in tuşlarının üzerine çay kaşığı falan koyup o şekilde devam ederlermiş oynamaya. Bu oyunun ne olduğunu bilmiyorum. Bilen, belki budur diyen bir halk kahramanı varsa lütfen bize ulaşsın.

Bir de uçaklı bir oyun oynuyorlarmış. Benzinin üzerine gelince joystick’e deli gibi asılıp yavaşladıkları ve daha fazla yakıt aldıkları falan bir oyun. Bunu buldum işte. Sonlara doğru adını vereceğim. Belki bazılarınızın aklına gelmiştir bile.

Ben ne Commodore gördüm ne de Atari gördüm. O zamanlar Nintendo furyası vardı. Nintendo Entertainment System ya da kısaca NES. Bunun süperi varmış bir de. O da SNES. Peki ben bunları gördüm mü? Hayır aslında, bunları da görmedim.

Bizim için bir alet vardı. Ne olduğunu bilmediğimiz. Ama adına Atari dediğimiz. Buca Şirinyer pazarından alırdık bunları. Bir kutu yine. İçinden bir kaset çıkıyor. Biz kaset diyoruz da orijinali “cartridge” ya da “kartuş”. Üzerinde envayi çeşit görsel var. Aman Allah’ım. O nasıl bir araba yarışı. O nasıl bir dövüş oyunu. Kalenin güzelliğine bak, futbolcunun gerçekliğine bak. Yok böyle bir şey. Harikalar harikası oyunlar var içinde belli ki. Üzerinde kocaman 999999 in 1 yazıyor. Bir kasette 999999 oyun var. Delirmek üzeresin. Çıldırmak üzeresin. Bütün sene bu anı bekledin. Sonra eve geldin. İşte anten, adaptör falan böyle bütün bağlantıları yaptın. Yani başka bir deyişle “Atari’yi kurdun”. Bam. Bir açıyorsun kaseti. Az önce gördüğün görsellerden eser yok. Meğer kasetin üstündeki görseller öylesine basılmış şeylermiş. Kasette bildiğin piksel piksel oyunlar var. 999999 oyun falan yok. İçinde 10 tane farklı oyun çıktıysa ne ala. 20 falan çıktıysa öp de başına koy o kaseti. Kalanların hepsi, aynı oyunun farklı modları ya da farklı isimle kaydedilmiş hâlleri.

Neydi peki bu kutular? Bunlar muhtemelen merdiven altında yapılmış elektronik devreler. Nintendo oyunlarını oynatıyorlar. Nintendo oyunları da ROM olarak eklenmiş kartuşlara. Bunları bugün de internetten indirip emülatörler aracılığıyla oynayabilirsiniz bilgisayarınızda. Hani bugün oyunlarda bazı releaser’lar var ya? Crack’li versiyon çıkarıyorlar. Razor1911, RELOADED, SKiDROW falan. O dönemin de böyle releaser’ları varmış meğer. Bir şekilde oyunu alıyorlar. Kendi kartuşlarına ekliyorlar. Custom bir menü yapıyorlar buna. Genelde her sayfada 10 ya 20 tane olacak şekilde tek tek bu oyunları sıralıyorlar. Öyle kapak resmi falan yok he. Direkt adı yazıyor. Üzerine gelip start’a basıyorsun. Oyun başlıyor.

Şimdi ben bu kutuya hep Atari diyerek devam edeceğim. Ancak burada gerçek Atari’den bahsetmediğimi bilin.

İlk Atari çok güzel. Bütün oyunlar senin için yeni. Ama daha sonra alacağın Atari’lerin kaseti tam bir hayal kırıklığı oluyor çünkü hep aynı oyunlar var elinin altında. Bu yüzden farklı oyunlara sahip kasetlerden bir koleksiyon yapmak da oldukça önemli.

Bir süre sonra bu aletin joystick’leri bozulabiliyor. Ona da Atari kolu diyoruz bu arada. Özellikle yön tuşlarının altındaki plastikler kırılıyor ve sen artık bu joystick’i kullanamaz hâle geliyorsun. Ne oluyor bu durumda? Gidip yeni bir kol almak istiyorsun. Ama mesela seninki kalın girişli kol. Piyasada her şey ince girişli kola dönmüş. Sen kolsuz kalıyorsun. Yedeğin varsa ne âlâ. Yoksa patladın. Gidip yeni bir Atari alman lazım.

Alet “yeter artık ben çalışmıyorum” dediğinde hemen 10 bin bakımına alıyorsun. Sanki anlayıp bir şey yapacakmış gibi söküyorsun. Aletin içini açıyorsun. Kolonya, pamuk, peçete işte ne varsa siliyorsun bir. Üflüyorsun falan. Sonra tekrar topluyorsun. Şansına çalışıyor. Çalışırsa güzel, çalışmazsa geçmiş olsun. Çarşamba günü pazara gidip alacaksın. Ya da yakında bir kırtasiyeye gideceksin ve düzgün görünen, leş gibi plastik kokmayan, fiyatı uygun ve bir şekilde seni cezbetmeyi başaran bir Atari bulmayı umacaksın.

Bir gün bir Atari kolu gördüm. Oval değil. Bugünkü PlayStation kollarına benziyor. “Yarasa kol”. Cidden. Adı buydu bizim için. Dört yön tuşu, dört ayrı tuş. Tümleşik değil. Dolayısıyla o hep kırılıp da bizi derde sokan yön tuşu problemi ortadan kalkmış. Tamam dedik. Bundan sonra Atari dediğin ince girişli yarasa kollu olacak. Aksi durumda almam.

Böyle böyle mevzuyu ilerlettik. Hardware seçimi konusunda yavaş yavaş ilkeler edinmeye başladık o dönemde.

Bunların bir de silahlı versiyonları vardı. Ördek avlıyorduk televizyonda. Duck Hunt. Efsane oyun. Tetiği çeker çekmez bütün tüplü televizyonu simsiyah yapıyor. Sadece hedefler beyaz kalıyor. Silahın namlusunu hedefe denk getirdiysen, namludan baktığında az bir şey görebildiğin merceğe denk geliyor o beyaz alan. Mercek bunu görüyor ve tamam diyor, vurdum. Çok detaylı ve güzel bir teknoloji bu. Bunu araştırmanızı öneririm.

Bu dönemde çığır açan oyunlar, çoğunlukla Japonya’dan geliyor. Mario gibi. Nintendo firmasının en önemli oyunlarından biri. Mario ile ilgili çok güzel gerekli detaylar var fakat bu bölümde değil. Ayrı bir bölüm olarak konuşuruz ama.

Taito Basketball isimli bir oyun oynardım. Disco/Taito şirketinden. 1991 yılında piyasaya çıkmış bir oyun. NBA takımları var ama isimler değiştirilmiş tabii. Bu oyunda en çok hoşuma giden şeylerden biri; smaç, turnike ya da üçlüklerde kamera açısı değişiyordu. Yatay bir düzlemde bir top hareket ediyordu ve topu doğru noktada durdurabilirseniz basket oluyordu. Bir heyecan yaratıyordu o kamera açısı mesela. Kameranın değişebileceğine şahit olduğum ilk oyunlardan. Bir de bu atışlardan önce, eğer yakınınızda bir rakip varsa, kamera değişiminde o da sizi savunuyor gibi görünüyordu. O karede rakibiniz de oluyordu yani. Müzikleri de efsaneydi. Taito’nun adını çok sık duymazsınız ama, yine Japonya’da kurulmuş bir oyun şirketi. Bu şirketin iki önemli oyununu analım. Space Invaders ve Arkanoid. Bunlar vakti zamanında piyasayı kasıp kavurmuş oyunlar.

Bir firmadan daha bahsedelim. Technos Japan. 1981 yılında kurulmuş bir şirket. Bunların süper bir serisi var. Kunio-kun. Kunio, karakterin adı. Farklı ülkelerde “River City” ismiyle yayınlanıyor bu seri. Nekketsu lisesindeki öğrencilerden biri Kunio. Bir ekibi var. Hep birlikte takılıyorlar. Bu karakter grubunun birlikte yer aldığı pek çok oyun çıkarılıyor. Bunlardan biri, 1990 yılında piyasaya sürülen Nekketsu Soccer League. Yine farklı ülkelerde, Nintendo World Cup adıyla çıkarılıyor bu oyun. Ama biz bu oyunu, şu efsane yaygın isimle biliyoruz: Goal 3. Bu arada Goal 1 ve Goal 2 nerede mesela? Ya da Goal 4 var mı? Bilmiyorum. Bizim için tek gerçek, Goal 3.

10 – 15 ülke vardı oyunda. Biz Nekketsu’yuz, Japonya’yız. Amacımız, diğer takımlarla futbol maçları yapıp kazanmak ve dünya şampiyonu olmak. Burada, farklı ülkelerin farklı oyuncularının özel güçleri vardı. Mesela Arjantin ile şut çekerseniz top muza dönüşüyor. Brezilya ile şut çekerseniz top balığa dönüşüyor falan. Bir anda böyle toptan balığa falan dönüşüm olunca, topun hareketleri, hızı falan da değişiyor tabii ve işiniz zorlaşıyor. Maçları kazandıkça oyun zorlaşıyor. Farklı tuş kombinasyonlarını kullanarak çalım atabiliyorsunuz, rakibinize bir dirsek atıp yere yığabiliyorsunuz, röveşata çekebiliyorsunuz. Garip hareketler yapabiliyorsunuz. Mesela topun üzerine çıkıp, sirk cambazı gibi yürüyerek top sürebiliyorsunuz falan. Asla unutulamayacak, aşırı keyifli bir oyun.

Technos Japan’ın da pek çok oyunu var. Mesela Tag-Team Wrestling. Epey nadir bulunuyordu bu oyun benim zamanımda. İki dövüşçü seçiyorsunuz ve Amerikan güreşi yapıyorsunuz 2’ye 2. Karakterlerden biri yorulunca diğerinin yanına götürüp tag’liyorsunuz. Diğer dövüşçünüz atlıyor ringe. Her karakterin ayrı özellikleri var falan. Rakibinize göre en uygun karakteri seçmeye çalışıyorsunuz. Dodge Ball oyunları da vardı bu firmanın. O oyunu ilk gördüğümde, “aaa Goal 3’teki adamlar” demiştim. Meğer böyle bir seri varmış işte. Bu karakterlerin pek çok oyunu varmış da bilmiyoruz ki işte. Japonya’dan çıkıp bizim pazara gelme süreci, hangi oyunların varlığından haberdar olabileceğimizi belirliyor.

Nintendo için çıkan 1985 yapımı Soccer oyunu vardı. Futbol oyunu, adı Soccer. Bu kadar. Koşamıyorduk. Epey yavaş bir futbol oyunuydu. Bu nedenle “bebek futbolu” adını vermiştik. 1990 yapımı Power Soccer vardı yine Nintendo için. O daha iyiydi. Kaleciyle karşı karşıya kaldığımızda, kalecinin nereye uçacağını seçiyorduk falan. Bu ilginçti işte. Çünkü kaleciyi de kontrol edebildiğim ilk oyundu.

Ama esas futbol oyunumuz, 1990 yapımı Tecmo World Cup Soccer. Namıdiğer “üstten görünümlü futbol”. Efsaneler efsanesi bir oyundu. Yalan olmasın, 20-30 tane falan milli takım vardı. Oynanış mükemmel. Her maçı kazandığınızda, bir sonraki maç daha da zorlaşıyor. Tüm takımları yenmeyi başarırsanız Dünya Kupası’nı kazanıyorsunuz. Müzikleri efsaneydi bu oyunun. Bir de penaltıları vardı. Maç penaltılara kaldığında seri penaltı atışlarına geçiyorduk. Gerçekten harikaydı. Çoğu maçta, kaybeden taraf kaybettiğini kabullenir ve karşı tarafın kendi kalesine gol atmasını isterdi. Sırf maç penaltılara kalsın diye.

Sonra, bir gün bir arkadaşımda gördüğüm futbol oyunu geldi. 1993 yapımı, EA Canada’dan çıkan FIFA International Soccer. Kamera açısı ile oynamışlar. Oyun 3 boyutlu gibi görünüyor. Top sürme, gerçek gibi olmuş. En azından o dönemde bizim için gerçek buydu. Vuruşların şiddeti ayarlanabiliyor falan. Diğer oyunlarda şuta basıyorsun, şut çekiyor. Burada, tuşa basılı tutma sürene göre şutun ve pasın şiddetini ayarlayabiliyorsun. Bu oyun, benim kasetlerde hiç denk gelmedi. O yüzden çok oynayamadım.

Bir gün abimle Buca Üçkuyular’a gittik. Atari kaseti alacağız. Bakıyoruz kasetlere. Adam dedi ki abi bunu alın güzel oyunlar var. Captain Majid var dedi. Aha. Kaptan. Gemili memili bir oyun. 1-2 şey daha var. Aldık kaseti eve geldik. Taktım hemen. Açtım Captain Majid’i. Yemin ediyorum bak hâlâ aklımda o ekran. Kick Off, Continue, Adnan. Bunlar yazıyor ekranda. Kick Off ve Continue, menüden seçebileceğin 2 şey. Sağ altta Adnan yazıyor. Oyunun logosu bir garip. Girdim oyuna. Bir baktım, Captain Tsubasa bu. Gemili diye aldığım oyun, futbol maçı çıktı. Dahası, neredeyse bir tane Latin harf yok oyunda. Her şey Arapça mı Farsça mı artık neyse, bilmiyorum da ne olduğunu. Oyunu oynayamıyorum da. Çünkü oyun kendisi akıyor, belirli noktalarda karar ver diyor. Mesela karşına rakip geldi. Ne yapıyorsun? Pas, şut, çalım, ver-kaç falan. İyi de hiçbirinin ne olduğunu bilmiyorum çünkü harfleri okuyamıyorum bile.

Ben deli gibi geçtim bu oyunun başına. Hangi seçeneğin ne işe yarayacağını çözdüm. Oyundaki bütün maçları kazandım. Kupayı aldım. Yıllar sonra, bilgisayara bir emülatör kurup şu oyunları tekrar oynayayım dedim. Captain Tsubasa’yı aradım. Sitelerden birinde ROM’u gördüm. Yine o Farsça versiyon. Releaser’a bir baktım, Adnan. Adam oyunu crack’lemiş, ana menüye adını yazmış. Bir de kendi diline çevirmiş. Ya da çevrilmiş olanı crack’lemiş artık bilmiyorum. Aradan belki 15-20 sene geçti. Oyunu açtığımda karşıma çıkan Adnan’ın ne olduğunu öğrenmiş oldum ben de.

Bölümün başında bahsettiğim uçaklı oyuna da değineyim. River Raid bu oyunun adı. Abimler hep anlatıp duruyordu. Bir gün buldum bu oyunu. İzlettim. Dediler tamam, bu. Oyuna bir baktım, aşağıda Activision yazıyor. Bizim Call of Duty işte. O an bana bir durum dank etti. Az önce de EA Canada falan demiştim hatırlarsanız. EA, 30 yıldır, belki daha fazladır futbol oyunu yapıyor. Activision, yine o sürelerdir savaş oyunları yapıyor. Düşünsene, çocukken bir oyun oynuyorsun. Aynı firmanın yaptığı başka bir oyunu, kendi çocukların oynuyor.

Bir de şey hikayesi var. 1966 yapımı bir film var. İyi, Kötü, Çirkin. Bir gün evde Red Kit izliyorum. Çizgi filmin bir sahnesinde, bu filme gönderme yapmışlar. Babam baktı televizyona, yabancı film bu ya falan oldu. Şaşırdım. Aradan yıllar geçti. Dedim izleyeyim şu filmi. Baya iyi filmdi. Film bitti. Jeneriğe bir baktım. Dolby Digital yazıyor. Adamların işi bu, ses. Bu kadar. Sonra dönüp kendi hayatıma bakıyorum. 30 yıldır neyi aralıksız yaptım, neyin peşinden bu kadar koştum diye. 30 yıldır aralıksız yaptığım tek şey nefes alıp vermek herhalde. O da hapşırırken kesiliyor. Bunu bir düşünmekte fayda var bence. En eski ile en yeniyi yan yana koyunca, akıl almaz bir yol alındığını görebiliyorsunuz. Küçük adımlarla, disiplinli adımlarla uzun vadede fark yaratmak mümkün demek ki. Bu durumu sık sık hatırlatıyorum kendime. Sizlerle de paylaşmak istedim.

Adını anmadığımız pek çok oyun var. Mortal Kombat, Street Fighter, Tetris, Contra, Dig Dug, Binary, Road Fighter vs. Daha neler neler var. Bir de benim görmediğim tonla şey vardır tabii. Çünkü o dönem, şimdiki gibi değil. Sadece sana kadar ulaşan şeylere ulaşabiliyorsun. O da paran yeterse. Şimdi bir oyun çıkmadan önce, yapımcılar bunu birilerine gönderiyor. Adam canlı yayın açıyor, oyunu oynuyor önünde. O zaman böyle değil ki. Sizin oralara ne geldiyse, onu biliyorsun.

Bu cihazlarda, oyunu kaydetme falan yok. Bazı oyunlar, size bir password veriyor. Onu giriyorsunuz. Zank diye kaldığınız yerden devam edebiliyorsunuz oyuna. Daha önce bahsettiğim Tecmo World Cup ve Goal 3 için şampiyonluk maçlarının parolaları hâlâ ezberimdedir. Bugün açsam, tak diye son maçı oynarım. Captain Majid için bunu yapamadım çünkü harfleri okuyamıyordum. Ama baka baka çizmiştim defterime. 30 yaprak defter, baştan aşağı Arapça harflerle doluydu. Evde bir tedirginlik yarattı tabii bu durum.

Bunlar güzel günlerdi. Hani gerçekten de good old days dedikleri şeylerdi. Okuldan eve gelip, Atari’yi kurup, akşam yemeğine kadar oynama durumu, herhalde o yıllarda yapılabilecek en mükemmel şeydi benim için. Akşam yemeği sonrasında, abilerimle yapılan kim oynayacak kavgaları da var tabii. Çok keyifli zamanlardı. Piksel piksel görüntülerin arkasında, aslında mühendislik yatıyordu. Hep daha yeni, daha iyi, daha optimize işler ortaya çıkarmaya çalışıyordu o dönemki geliştiriciler.

Şimdi piyasaya bakıyorum. İş iyice kapitale döndü. Oyunu al, ek paketini al, onu al, bunu al. Ya da mesela konsola çıkan versiyona bakıyorum. Konsolda çalışacak şekilde optimize edilmiş. O pazarı kaçırmamak için çaba göstermişler. Aynı oyunun PC versiyonuna bakıyorum. Eşek yüküyle sistem kaynağı istiyor. Kaldır at donanımını, yenisini al, bana ne diyor. En iyi performans için Windows öneriyorum diyor sana falan. Tadı tuzu kalmadı yani.

Oyunu oynama kültürü de çok bozuldu. Geçemediğin bir bölüm var diyelim. Aç YouTube’a bak. Öğren, geç. Uğraşmana gerek bile yok. Bizim zamanımızda arkadaşın seni çağırırdı. Takıldığı bölümü geçerdin onun için falan. O derece. Mahallenin bölüm geçicileri vardı. Ya da para veriyorsun, patır patır kimsede olmayan her şey sende oluyor bir anda. Asla çaba sarf etmene gerek yok. Ben çok üzülüyorum mesela bugünün çocuklarına. Gerçekten çok kötü oyunlar oynuyorlar. Hiçbir amacı yok, hikayesi yok. Dümdüz yürü, önüne gelene vur falan. Eskiden böyle değildi. Gerçekten bir pattern çözüp, ona göre adımlar atarak oynaman gerekirdi oyunları. Ama maalesef bu duruma geldik.

Hem biraz nostalji yapalım, hem de gelecek bölümlere dair bazı sinyaller verelim düşüncesiyle böyle bir bölüm çekmek istedim. Umarım sizi alıp bir yerlere götürebilmişimdir. Çok seviyorum ve de saygıyla anıyorum bu dönemleri. Kendinize çok iyi bakın. Gelecek cuma saat 19:28’de tekrar görüşmek dileğiyle, hoşça kalın.

Bir Cevap Yazın