Bölüm #18 – Keseci Dayı

Bölüm #18 – Keseci Dayı

Gerekli Detay Bölüm #18

EMEA bölgesinin en çok dinlenen 889’uncu podcast’i Gerekli Detay’a hepiniz hoş geldiniz.

Bölüm 18 ile tekrar bir aradayız. İki hafta üst üste bölüm yapabilir duruma geldik demek ki, güzel bir şey bu. Ancak pek de ümitlenmemek lazım. Çünkü hayat her zaman sizi yüz üstü yatırıp kollarınızı arkada kilitleyebilir. Tıpkı bugün konuşacağımız keseci dayı gibi.

2019’un sonlarında olması lazım. İzmir’den Ankara’ya taşındığım dönem. Evden ayrı kalma durumu var tabii. Böyle zamanlarda da benim yeğenlerle sürekli bir planlama dönemimiz var. İşte şuraya gidelim, bunu yiyelim, bunu içelim, bunu oynayalım falan. Sürekli bir plan program hâli yani. Bir araya geldiğimiz anda bunu nasıl en verimli şekilde geçiririz kafasıyla bunları konuşuyoruz paso. Evi 3-4 bölgeye ayırıp neresinde kavga edeceğiz, kazananlar bir sonraki turda nerede kapışacak, evin hangi bölgelerindeki hangi eşyalar kavgaya dahil edilebilecek falan böyle garip bir durumumuz oluyor.

Neyse işte ben taşınmadan önce benim yeğenlerden biriyle – nasıl ve nereden çıktığına dair en ufak bir fikrimiz olmadan – hamama gitme muhabbeti çıkmıştı. Gidelim, nereye gidelim, kese attıralım abi hadi gidelim falan. Gidemedik. Ben Ankara’ya taşındım. Sonra izin birleştirip İzmir’e kaçtığım bir dönemde dedik ki tamam hacı gidiyoruz.

Gittik bir hamama. İşte şort, peştemal falan. Dedik dayılar, biz geldik. Hazırsak başlayalım çünkü biz hazırız. Kararımız kesin, fikrimiz açık. Biz ovalanacağız.

Yattık yeğenle yan yana. Geldi bize birer tane keseci abimiz. Bana gelen dayıyı gördüm. Hani bir keseci nasıl olmalı diye sorarsan, böyle olmalı. Genelde böyle iri yapılı, göbekli falan tasvir ediliyor. Öyle biri var, tamam. Ama bu abi, daha farklı. Çok hafif bir göbek sarkıklığına eşlik eden sıska bir vücudu var. Artık birazdan elleneceğim için midir, yatarak baktığım için midir bilmiyorum. Abinin kollar gözümde uzadıkça uzuyor. Dalsim’e döndü. Hani böyle hiçbir şekilde pozisyonunu değiştirmene gerek kalmadan belden bir alır omzuna kadar keseler tek seferde. O kol oraya gider yani. Oynar başlıklı yakın traş misali, abinin kolundan da hiçbir kir kaçamaz.

“Efendim hoş geldiniz” tarzı bir şey söyledi. “Hoş bulduk abi eyvallah” falan dedik. Yattık kaderimizi kabullenip. Neticede bu seçimi, hiçbir baskı altında olmadan biz yaptık. Sonra bizim muhabbet başladı abi.

“Okuyor musun? Çalışıyor musun? İkisinin arası gibi sanki?” dedi. “Dedim ikisi birden olsun abi, olamaz mı?”. “Olur tabi ya niye olmasın?” dedi. Dedim abi ben çalışıyorum Ankara’da. Bilgisayar işindeyim. “Ne yapıyorsun? Yazılım falan mı?” dedi. Yok abi dedim, Linux’çuyum. İşte esasında öğretmenim. Konuya ilgim vardı. Devamında kendimize bir şeyler kattık. Askerliği aradan çıkardık falan derken tuttuk bu yolu dedim.

“En güzeli ya. Öğretmenlik yapsan ne olacak? Zaten bilişim öğretmeni atamıyorlar. Saçma sapan insanları bu derslere veriyorlar. Sizi açıkta bırakıyorlar. Hani ne oldu Fatih projesi? Özelde asgari ücretle nereye kadar?” falan bir başladı saydırmaya. Atanamayan öğretmenlerin Facebook grubu moderatörü gibi ama. Haklı olması bir yana, bu bilgiye nasıl vakıf oluyor? Ben oradayım.

“Zaten en doğrusunu yapmışsın. Öyle kendini öğretmenliğe mecbur bırakmakla olmaz. Şunu bileyim, bunu öğreneyimle de olmaz. İşin temelini alacaksın. Algoritma olduktan sonra hangi dil lazımsa onu öğrenirsin. Sarmazsa sistemci olursun hem de yazılımdan da az buçuk anlamış olursun.” dedi. Dedim bir dakika. Ne oluyor? Hafifçe kafayı kaldırayım dedim. Tak. Yüzüm mermerde. Kalkamazsın. Dayı ovcalıyor. Boynumu alıyor o sırada. Kalkamam ben bu şekilde.

“Kamuda mısın özel sektörde misin?” dedi. Özel ama çoğunlukla kamuya iş yapıyoruz zaten dedim. “Kamuyu bana sor sen. Ben kamuyu çok güzel bilirim.” dedi. Ne oluyor demeye kalmadan sahne 2 yüklendi. Bacaklarım iptal. Dayı işinde çok iyi. Kir ile birlikte komple anatomimi değiştiriyor. O kolun o bacağın oralara kadar dönebileceğini bilmiyordum ben. Dayı beni Vitruvius Adamı yaptı. Islak bir Da Vinci çalışması çıkardı benden. Mermer tuval üzerine sulu deri, serbest çalışma.

“Ya ben anlamıyorum bu kamuyu.” dedi ve başladı. Tertemiz Pardus varken niye hâlâ Windows? O Novell’ler ellerinde patlasın ben göreceğim onları. Sanki bana ne yapıyor ki? Bütün uygulamaları web üzerine taşıyorsun artık.

Kolunu uzat. Ovalıyor böyle. Kamuya sinirlendikçe benim ölü derimi alıyor.

Ya sen niye database’de hâlâ Microsoft’a bağlısın? Geç ya. PostgreSQL’e geç. Çok daha iyi. Microsoft bir geliştirme yapacak aylar sürüyor. PostgreSQL’in arkasındaki topluluk mu daha büyük Microsoft mu daha büyük? Anlatıyor adam. Doğruları söylüyor. Bir yandan kollarımla düğüm atıyor bir de.

Ver diğer kolunu. Keseye devam. Kamunun kullanacağı database’i konuşurken beni temizliyoruz.

Dedim bu işte bir saçmalık var. Benim tansiyon falan mı düştü ne oluyor ya falan diyordum. Tam o ara çevirdi beni. Yanda da yeğenin keseciyle senkronlar bu arada. Aynı anda çevirdiler bizi. Yeğenle göz göze geldik. “Ne oluyor ya ne konuşuyorsunuz?” der gibi baktı. İkimiz de şaşkınız. O birkaç saniyelik şaşkın bakışmanın ardından, kaderimize tekrar yenik düştük. Bizim kafaları terse çevirdiler. Artık birbirmizi göremeyiz. Omuzlara giriyiorlar.

Bir ara lafa gireyim dedim. “Aynen abi, web uygulamaları yaygınlaştı. Ama şu Java’yı bir bırakamadılar.” demeye kalmadı. “Yaa bana Java deme Allah aşkına. Ben böyle çirkin, böyle hantal bir şey görmedim. Geç ya. Python’a geç. Web’de çalıştır. Ver memurun eline tertemiz Firefox’u. Girsin yapsın işini. Ha vay efendim neymiş? Office yokmuş. Ya nasıl yok? OpenOffice ne? LibreOffice ne? Ya bir ton ofis yazılımı zaten web üzerinde çalışıyor artık.” diye başladı daha fazla giydirmeye.

Çok haklı. Çok doğru söylüyor. Bir yandan beni ovalamaya devam. Arada komutlar geliyor. Bazen bazı eklemlere öyle nokta atışı hareketler yapıyor ki, aman dur demeye dermanım kalmıyor. Dayı beni evire çevire kamuda alınan kararları sorguluyor.

Kaynak kullanımından tut lisans maliyetlerine kadar. Aklınıza gelebilecek her şeyi konuştuk. Daha fazla şaşıramam derken, o ihtimal vermediğim soru geldi karşıma: “Hangi dağıtımı kullanıyorsun?”. Yüz üstü yatmışım. Adam, sırtımda varlığını bu yaşıma kadar öğrenmediğim yerlerimi dirseğiyle yokluyor falan. Ve distro muhabbeti açılıyor.

Şimdi bak. Köpük olacak mı? Atanamayan öğretmenler. Kamuda açık kaynak kullanımı. Linux distro savaşları. Nasıl abi nasıl, nasıl buraya evrilebiliyor konu kafayı yiyorum. Yanımda yeğen olmasa, yok diyeceğim. Ben uyduruyorum bunları. Bunlar yaşanmadı. Ama oluyor.

Baktım abi cidden boş değil. Mevzuya çoktan hakim olmuş olacağını düşünerek “Debian kullanıyorum.” dedim. İşte felsefesini seviyorum, manifestosunu seviyorum bilmem ne. “Tamam, tamam. Ya tabii ki. Haklısın. Debian güzel dağıtım Allah var. Yani ben de severim. Biz zaten Debian kullananları seviyoruz. Bir problemimiz yok.” dedi.

Kafayı inceden kaldırıp 45 derece çevirdim arkaya güvercin gibi. “Abi, dedim. Sen ne kullanıyorsun?”. Baktı bana şöyle bir. Keseli eli uzattı omurgaya doğru. “Arch Linux kullanıyorum.” dedi.

Bu çok meşhur olan “I use Arch BTW” muhabbeti var ya? Geçin. Geçin onları. Adam, hamamda bana kese atarken Arch kullanıyorum dedi.

İşimiz bitti. Kalktık yeğenle. Duşa doğru gidiyoruz. Ben zaten Çiçek Abbas’taki Şener Şen gibiyim o an. Yeğen dedi amca ne konuştunuz siz ya falan. Dedim bilmiyorum. Hiçbir fikrim yok.

Düşünsene mesela Arch kullanıcı forumunda böyle bir abi çıkıyor. Tek bir misyonu var. Tarih boyunca görülecek en büyük “I use Arch BTW” geyiğini yapmak istiyor. Moderatör Semih, 7 yıldır bu anı bekliyor ve kesecilik yapıyor. Kimlik değiştirmiş. Gürbüz abi olmuş.

Ne zaman hamama potansiyel IT’ci gelse, diğer arkadaşlarını devre dışı bırakıyor ve o kişinin kesesini bizzat kendisi yapmak istiyor. Arada PM atıyorlar forumdan. Semih abi ne yaptın nasıl gidiyor falan. “Semih yok artık. Benim adım Gürbüz. Ben çok kral bir adamım, Ege Bölgesi’nin en iyi kesecisiyim. Ve ben bir Arch kullanıcısıyım.”

Kuvvetle muhtemel bu bölüme denk gelip dinlemez ama. Keseci abimizi de saygı ve sevgiyle analım ve selam göndermeyi ihmal etmeyelim.

Gelecek hafta cuma günü saat 19:28’de tekrar görüşmek dileğiyle. Sıhhatler olsun.

Bir Cevap Yazın