Bölüm #19 – Bir Yere Alışmak

Bölüm #19 – Bir Yere Alışmak

Gerekli Detay Bölüm #19

EMEA bölgesinin en çok dinlenen 889’uncu podcast’i Gerekli Detay’a hepiniz hoş geldiniz.

Bölüm 19’da hepiniz hoş geldiniz. Bu bölümde, bir kişinin bir yere alışma sürecini anlamlandırmaya çalışacağız. O bir kişi ben oluyorum bu arada. Çünkü ne zaman yeni bir yere gitsem birazdan sayacağım süreçleri yaşıyorum. Bunlar kesinlikle şahsi düşüncelerim. Benim başımdan geçen mevzular.

Kişinin doğduğu, büyüdüğü yeri; çeşitli sebeplerden dolayı terk etmesi durumu, kolaylıkla sıkıntılı bir hâl alabiliyor. Hele bir de, para kazanabilmek uğruna aileyi, evi, yuvayı terk ettiyseniz geçmiş olsun. Gurbetçi oldunuz. Daha önceleri “Bunun nesini dinliyorsunuz ya?” dediğiniz bütün şarkılar, türküler sizin oldu artık. Büyük ihale aldınız.

Şimdi iki türlü yer değişikliği var. Biri kısa süreli. Tıpkı benim geçenlerde birkaç günlüğüne İstanbul’a gitmem gibi. Bir de yine geçici olduğuna inanmak istediğimiz, ancak arkaplanda kendi kendine kalıcılığını ilan etmiş yer değişiklikleri var. Tıpkı benim İzmir’den Ankara’ya gelmek durumunda kalmam gibi. Askerlik özel bir durum. Ona hiç girmiyorum burada.

Önce kısa sürelilerden bahsedelim. Nasıl alıştım ya da alıştım mı? Tamamına alışmak imkânsız. Bazı özelliklerinden zaten nefret edersiniz gittiğiniz yerin. Ona zaten direnç gösterirsiniz. Bazı şeyler oraya özeldir. Zaten geçici olduğunu bildiğiniz için alışmazsınız. Yani biyolojik olarak bu adaptasyonu reddedersiniz aslında. Mesela İstanbul çok kalabalık. Bana ne? Buna alışmam ki ben. Zaten geri döneceğim. Geçici olduğumu biliyorum. Bünye bunu reddediyor. Adapte olunması gereken başka şeyler var çünkü.

Mesela. Otele nasıl gideceğim? Otelden nasıl işe gideceğim? Hangi toplu taşıma araçları beni nerelere ne sürede götürür? Bu gibi sorularla işte, kendime path’ler belirlemeye başlıyorum.

Öncelikli hedef kalacak yer. Onu sağlama aldıktan sonra, gitmem gereken yere nasıl gideceğim? Şöyle sağa sola sorarak, navigasyona bakarak falan hemen bir fizibilite yapılır. Tamam dersin. Path belli. Ana yolu çizdik. Şimdi sıra yan yollarda. Mikro path’ler hazırlamaya başlarsın.

Mesela o akşam otele dönerken, aşağıdaki bakkal gözüne çarpar. “Yarın geleyim de buradan Nescafe alayım, akşam takılırım.” dersin. 1,5’luk su alırsın. Az taşıyacaksın artık onu. Öğrendin. Sana yakın. Şurada yemek yenir, burada kahve içilir falan diye o dar alanda kendine bir yaşam alanı yaratmaya çalışırsın.

Bak bu çok önemli bir şey. Bambaşka bir şehre giriyorsun. Bir otele falan geçiyorsun. O büyük kırılımın ardından çok çok küçük yeni yollar keşfetmeye başlıyorsun. Yüzlerce kilometre gel, santimetrelerle oynamaya başla. Çok garip değil mi? Mesela otel odasındaki tüm lambaları nereden açıp kapatabileceğine bakıyorsun. Gece yatarken en kolayı hangisi olacak? Hangisini açık bırakayım? Hangilerini kapatayım? Priz nerede? Valizi nereye açalım? Oda ya oda. Bildiğin odaya alışmaya çalışıyorsun. Sonra lobi, kahvaltı salonu, otelin önündeki merdivenler derken Fibonacci serisi gibi dışa açıla açıla gidiyorsun.

Bu son seyahat özelinde konuşayım. İstanbul’a tam anlamıyla alışma gibi bir beklentim zaten olmadığı gibi; hem böyle bir şey bu sürede mümkün değil hem de böyle bir şeye ihtiyacım zaten yok. Ama ne oldu? İstanbul Kart aldık mesela. Binerim abi artık. Bitti. Hangi metrodan hangi metrobüse geçerim, beni ilgilendiren 3-5 semt hangi yakada kalıyor gibi soruların yanıtlarını bulduk. Yeme içme işini hallettik. 1-2 arkadaşımızı aradık, görüştük. Bu da çok önemli mesela. Ben bilmiyorum, sen bana öğret. Al yanına yap bir şeyler. Nereye gidelim?

Bilmem. Ben zaten bilmem nereye gidelim. Ama dikkat et. Karşındaki de bilmez. Kafasında önceden bir plan yapar mesela. Ama uygulanabilirliği sıkıntılıdır. Çünkü kendi bunca zamandır o şehirde olmasına rağmen, kendisi için o planı yapmaz. Gelecek misafiri için yapar ama. Değer verir ona. O planlar da çoğu zaman tutmaz. Bu zaten başından beri bilinen ve beklenen bir şey olmasına rağmen yine de koyar adama.

Bazen de plansız hareket edilir. Hadi şuraya gidelim. Ne seviyorsun? Bilmiyorum aga ne sevdiğimi. Hadi sen şunu seversin derler. Sonra bir bakarsın, o şeyi bulabileceğin 4 – 5 farklı yer var. Hemen onun matematiği başlar. Oradakine gitsek, yok. Orada şu var. Şurası güzel, yok. Terste kalıyor. Burası vardı sanki? Yok. Kapanmış orası. Çünkü gelen misafire en güzelini yapmak isterler. Ama kendileri için bunu yapmadıkları için, ne yapsak ne etsek diye düşünüp dururlar. Burada şu da gözüme çarpıyor. O alışmış mesela. Örneğin bir yemek yiyecek. Gider şurada yerim diyor. Ama sen denkleme girince yok aga diyor. Burası olmaz. Olur olur. Alışmışsın işte. Yeniliyor demek ki orada. Gidelim yiyelim. Ne olacak yani?

İşte bu da, kalıcı değişikliğe alışan insanla geçici değişikliğe alışan insanın ortak noktası oluyor. “Boş ver ya, fark etmez, ben size uyarım, siz nasıl isterseniz” durumu. Tam olarak kalıcı ve geçicinin senkronizasyonunu izlersin burada.

Peki. Gelelim kalıcı yer değişikliklerine. Ona alışıp alışmadığımızı nasıl anlarız? Bu kısa süreli için saydığım yer yön bulma durumunun bir tık ötesi devreye giriyor burada. Berber bulmak mesela. Yeni gittiğin yerde hâlâ düzenli gittiğin bir berberin yoksa, kusura bakma Şakir, alışamamışsın sen o şehre. Terzi ayarlayacaksın mesela. Terzi önemli. Sağlık ocağı nerede? 1 – 2 taksi durağının kartını alacaksın. Kart almak bak mesela. Geç kardeşim, geç. O kartı “Yeter ya şunu cebimde tuttuğum. Telefona kaydedeyim, hep kullanıyorum zaten.” dediğin an var ya. Heh işte. Orada alıştın sen.

Konu komşuyla, bölge esnafıyla muhabbet olur. “Abi 1 lirayı sonra getireyim, valla üzerimde bozuk yok.” Mesela bak. Bu, tam alışmak değil. Bu, yüzün alışması. Ama bir de şöyle bir şey var. “Kalender abi şunu 2 ellilik yapsana.” ya da “Dayı valla üzerimde yok yarın sabah senin oğlana bırakırım.”. Sen bunları diyebilmeye başladıysan, alışmışsındır. Ve hatta aynı zamanda, farkında olmasan bile, alışılmışsındır.

Arkadaşına, kendi evini tarif edebiliyorsan şayet, alışmışsındır. “Sağımda büfe var” dediğinde, “Orası neresi ya?” demek yerine, “Hee tamam tamam sen şeyin oradasın” diyorsan alışmışsındır. Şeyin orasını bilmeye başladıysan, sen çok güzel alışmışsındır kardeşim.

Herhangi birine, sadece akıldan, tak tak tak nereye nasıl gideceğini anlatabilir hâle geldiysen; “Otogarda inince sağa aşağı merdivenler göreceksin. İn oradan. 1 kat in ama, 2 kat inme. Orada servislere bir sor bakalım. Olmadı Buca Yeni Garaj’a atlar gelirsin.” ayarında konuşabiliyorsan, e bak ne güzel işte. Alışmışsın.

Ney nereden alınır, ney nerede satılır biliyorsan, alışmışsındır. Belediye başkanını simayen tanıyorsan, adı sorulduğunda ise “Neydi len. Err, Errrh, Erkan mı, Erhan mıydı? Heh heh Avni, Avni, hatırladım.” diyorsan ve bu saydığın isimler arasındaki uçuruma rağmen hâlâ “hatırladım” gibi bir iddian varsa, alışmışsındır.

Evinin adresini çoktan ezberlediğini, salak salak tek nefeste hızlı hızlı söyleyebilme çabasına girerek ispatlamaya çalışıyorsan, geçmiş olsun. Sen de alışmışsın.

Marketteki kasiyer, fırındaki çalışanlar, köşedeki bakkal seni tanıyorsa; alışmışsındır. Sabahları ve akşamları aynı saatlerde aynı tiplerle asansörde denk geliyorsan; alışmışsındır.

Yola bakmadan yürür hâle geldiysen, nerede basketbol oynanacağını öğrendiysen, “Aaa bak buranın bilmem nesi çok güzel” diyebilir hâle gelmişsen; alışmışsın işte. Daha ne olsun? Öyle değil mi?

Sonra senenin başında, “Bu sene Ramazan’la Kurban hangi günlere denk geliyor? Birleşen tatil var mı?” diyorsan; yanında kaç çift çorap götüreceğini bilemiyor, çünkü geçen gelişinde evde bırakıp bırakmadığını hatırlayamıyorsan; “Yılbaşı gecesi hafta sonuna geliyormuş ya” diyerek bir sonraki yıla peşinen, şimdiden üzülüyorsan… Kusura bakma biraderim. Sen hiç ama hiçbir şeye alışmamışsın.

Sen sadece kendini kandırmışsın.

Gelecek hafta cuma günü saat 19:28’de görüşmek üzere. Kendinize dikkat edin. Çok da sıkmayın canınızı. Hepimiz benzer durumlardayız.

Bir Cevap Yazın