Bölüm #11 – En Zayıf Halkamız Kadar Güçlüyüz

Bölüm #11 – En Zayıf Halkamız Kadar Güçlüyüz

Gerekli Detay Bölüm #11

Bölümü dinlemek için tıklayın.

EMEA bölgesinin en çok dinlenen 889’uncu podcast’i Gerekli Detay’a hepiniz hoş geldiniz.

Bölüm 11’e hoş geldiniz. Bu bölümde; farklı zamanlarda, farklı yerlerde yaşadığım bazı olayları anlatacağım ve hayıflanacağım.

Neden böyle bir şey yapıyorum? Belki biraz farkındalık yaratmak için, belki kendimizi de sorgulayalım diye, belki de sadece bu delirme durumunu yaşayan tek kişi olmadığımı düşünmek istediğim için paylaşıyorum bunları.

Başlamadan önce şunu vurgulamakta fayda var. Her zaman, her yerde işini iyi yapanlar ya da yapmayanlar vardır. İyi insanlar vardır, kötü insanlar vardır. Bu nedenle, burada olumsuz hikayelere konu olacak meslek gruplarına saldırmadığımı belirtmek isterim. Aksine, bu meslek gruplarına fayda sağlayacağımı bile düşünüyorum. Çünkü birkaç çürük, maalesef bütün kasayı kaldırıp atmamıza sebep oluyor. Çürükleri ayırdıkça da, daha iyi günler yaşayacağımıza inanıyorum.

Teknoloji ile ilgili sektörlerden bahsetmek istiyorum öncelikle. ISP’lerle yaşadığım bazı sorunları anlatmak istiyorum. İnternet servis sağlayıcılarından yani. Evimize internet bağlatıp da faturasını ödediğimiz kurumlar işte. Bir gün bir ISP beni aradı. Tarifelerini anlattı. Dedim bu güzel. Bunu alayım. Yanında da bir takımın formasını hediye edeceklerini söylediler. Eve bir ekip geldi. Forma falan yok. Bizim öyle bir kampanyamız yok ki diyorlar. Müşteri hizmetlerini arıyorum, bizim öyle bir kampanyamız yok diyorlar. Diyorum ki bak online işlem merkezinde orada burada benim hesabım bu takımla ilişkilendirilmiş. Bana bu kampanya ile ilgili yan haklar vermişsiniz. Salmadım peşini. Açın kayıtlara bakın dedim. Öyle oldu, böyle geldi. Sonra biri beni aradı ilgili kurumdan. Konuyu bana anlatır mısınız dedi. Dedim böyle böyle oldu. Ben size bu formayı alıp göndersem, konuyu kapatır mıyız dedi. Tabii dedim. Sıfır, etiketli, paketli bir formayı bana gönderdi. Forması zerre kadar umrumda değil. Benim umrumda olan şey, bu kopukluğun kaynağı. Bu yüzden peşini bırakmak istemedim zaten.

Aynı ISP, bağlantıyı yapmak için geldiğinde dedi ki modeminiz ADSL modem. Biz size VDSL hat getirdik. Yeni bir modem almanız lazım. Denedik, cidden benim modem çalışmıyor. Bizde var. Faturana ek şu kadar ücretle bunu al. Bir sorun olursa da getir bize dediler. Tamam dedim. Aldım modemi. Aylar sonra hattımda problemler olmaya başladı. Tipik bir son kullanıcı olmadığımı anlatmama rağmen, kopyala/yapıştır yanıtların ardı arkası kesilmedi. Ben bağlantımla ilgili raporlar çıkarıp veriyorum. Bana bilgisayarında virüs vardır diyor. DNS sorguları atıyorum. Firefox’u güncelle diyor. Böyle böyle mücadele ettik. Sorunun modemden kaynaklı olduğu ortaya çıktı.

Modemi değiştirin, garantisi var hâlâ dedim. Modemi bizden almadığınız için değiştiremeyiz dediler. Yapmayın, etmeyin. Sizden aldım. Üzerinde logonuz var diyorum. Yok. Telefondaki müşteri temsilcileri, hiçbir şekilde bunu kabul etmiyor. Orayı ara, burayı ara. En son bir şubelerine gittim. Görüştük. Geçmiş zaman, hatırlamıyorum. Tarife 50 TL. Ben size 70 TL veriyorum mesela. Modemin parasını da ödüyorum. Ama bizim değil diyorsunuz. Bir fatura dökümü çıkardılar bana. Dediler ki bak. Şu vergisi, bu vergisi, bağlantı ücreti, o kuruş, bu lira. O yüzden sen bu parayı ödemişsin. Modemi de yazsaydı arkadaşlar, daha fazla ödeyecektiniz. Ama hiç ödemediniz siz bu parayı. Ne yapacağım ben bununla dedim. Modem sizin, sizin için üretilmiş. Onlar da çok şaşırdı. Ama ikna oldum. Modemi almamışım. Parasını ödememişim. Battı balık yan gider, zaten bozuldu dedim. Firmware güncelledim cihazda. ISP’lerin size verdiği modemlerde böyle şeyler yaparsanız cihaz garanti dışı kalabilir ya da çalışmaz hâle gelebilir. Denedim şansımı. Çalıştı. Kullandım.

Daha yakın zamanda, detaylı bir mail attım başka bir ISP’ye. Dedim işletim sistemi bu. DNS sorguları bunlar. Hız testi bu. Trace çıktıları bunlar. Hepsini Linux terminalinden verdim. Bazı siteler açılıyor, bazıları açılmıyor. Problem bu. Lütfen hazır cevaplar vermeyin. Şunu birlikte çözelim dedim. Bana bir ekran görüntüsü gönderdiler. Başlat menüsüne girip Çalıştır’a basacakmışım. Sonra da oraya “cmd.exe” yazıp klavyemdeki “enter” tuşuna basacakmışım. Bana DNS ön belleğini temizle diyor. Bir sayfa mail yazmışım sana. Bunları yapmışım. Ben Windows bile kullanmıyorum. Daha bunu fark etmemişsin. Sorunu çözecekmiş güya. Saydırdım ben de. Niye böyle yapıyorsunuz falan. Yanıt gelmedi. Ama problem çözüldü. Kimdi mesela benim bu süreçte bir hafta 10 gün boyunca parasını ödediğim hizmeti almamı engelleyen kişi ya da kişiler? Kime anlatayım ben derdimi şimdi?

Teknoloji mağazalarından da bahsedelim biraz. Yıllarca CV gönderdiğim ve beni işe asla almayan mağazalar. Bir yakınım, bilgisayar alacaktı. Gittik birlikte, baktık. 2-3 model belirledim onun için. Dedim ki bunların hepsi işini görür. Hepsi de hemen hemen aynı. Tuşuna bak, rengine bak, görüntüsüne bak. Beğendiğini al. Sonra parayı topladı. Gitti elinde 3 modelle. Biri stokta yokmuş. Kalan ikisini görmüş. Birini beğenmiş ve almış. Sonra bir telefon. “Profesyonel kurulum hizmeti” satmak istemişler. Bilgisayarı bilmem kaç kat hızlandırıyormuş falan. Atıyorum, cihaz 2000 TL ise bu hizmet de 200 TL. Bildiğin bir taksit aslında. Ver abla dedim telefona, bakalım ne diyorlar. Başladı anlatmaya. “Efendim bilgisayarınıza işletim sisteminizi kuruyoruz. Office yazılımlarının yapılandırmasını yapıyoruz. Eve gidip çantadan çıkarıp kullanılabilir hâle getiriyoruz.” falan. Dostum dedim zaten Windows yüklü bir cihaz bu. “E ama işte açınca hemen çalışmıyor ayarlarının yapılması lazım.” bilmem ne. Ayar dediği de şey. Adın ne? Parolan ne olsun? Next, next bitti. Alma abla sen bunu, git o paraya çanta al, fare al, klavye al, yemek ye, başka bir şey yap dedim.

Kendime bir cihaz alacaktım. Cihazda 4 GB RAM var. 8 de ben takmak istiyorum. Baktım internette 12 GB modelleri var zaten, hazır takılmış. Ben istemedim. Kendim alıp takarım dedim. Gittim bir mağazaya. Sen takarsan garantisi bozulur, onu bizim gibi profesyoneller takacak falan diyor kadının biri. Tamam dedim, almıyorum. Mağazadan çıktım. Cihazın müşteri hizmetlerini aradım. Dedim ki bu RAM slotu, kasanın dışında görünüyor, tek başına kapağı var. Kasayı açmadan, garantiyi ihlal etmeden takabilirim bunu. Doğru mudur? Teyit istiyorum sadece. Bana dedi ki bu cihaz 8 GB RAM destekliyor. Takamazsınız. Sizin taktığınız şey bu cihazı bozarsa biz nereden bilelim falan. Dedim birincisi, bu cihazın 12 GB modeli piyasada var. İkincisi, madem takamayacağım, ya bozulursa diyorsun, neden boş slot koydun? 15 dakika falan tartıştık. Israr ediyor. Cihaz en fazla 8 destekler diye. İnada bindi. Hayır hanımefendi, 12’ye çıkar bu cihaz. Web sitenizden datasheet okuyorum. Çıkıyor işte diyorum. Bir yükseldi bana. “Beyefendi bir bekletebilir miyim sizi?!?” falan. Peki dedim. Birkaç dakika sonra o iğrenç bekleme müziği kesildi. “Immm, şeyy. Tek slotta 8 GB destekliyormuş. Yani şey siz o 8’i takınca içinde de 4 var o yüzden 12 GB olabiliyormuş.” dedi. Neden mesela? Bilmiyor olabilirsin. İnsanlık hâli. Önünde bu ürünün özellikleri yazıyor. Neden okumuyorsun? Önündeki doküman hatalı olabilir, insanlık hâli. Neden 15 dakika benimle inatlaştıktan sonra gidip sordun? Direkt beklemeye al. Dön arkadaşlarına. De ki delinin biri geldi, böyle diyor. Aaaa haklı mıymış? Dur tamam söyleyeyim. Sonra dön bana. Haklısınız de. Tamam diyeyim, geçeyim.

Bu sipariş verdiğimiz uygulamalar var ya? Açsın, yemek sipariş ediyorsun. Gelmiyor. Paranı geri almaya çalışıyorsun. İptal etmeye çalışıyorsun. Sürekli aynı yanıtları veriyorlar. Hiçbir zaman hiç kimseye yaptırım uygulamıyorlar. Restoranlardan deli gibi komisyon alıyorlar. Market fiyatlarının üzerinde satışlar yapıyorlar. 3-4 saat beklediğim ürün, iadesini de almışım. Geliyor kapıya. Kurye bana patlıyor. Niye haber vermedin, getirmezdim diye. Neden bana kızıyorsun ki? Aracı kuruma kız. Geç getiriyorsun. Görmezden geliyorsun. İptal ediyorum. Zaten açım. O saate kadar ya kendim yaptım yedim ya da başka yerden söyledim zaten. Öğlen verdiğim siparişi akşama getiriyorsun. Ve bana kızıyorsun. Yoğunluk vardı diyor. Varsa sen bana haber ver diyorum. De ki arkadaşım yoğunluk var, getiremeyeceğim ben bunu. İptal edelim. Bunu yapan restoranlar yok mu? Tabii ki var. Tamam abi yapacak bir şey yok diyorum ve iptal ediyorum. Peki kalanlar? Kalanlar beni bu süreçten soğutuyor işte. Mümkün mertebe bu uygulamaları kullanmayacağım. Herkese de kullanmamasını öneriyorum. Hatta KVKK kapsamında verilerimin silinmesini de talep ettim. O derece. Bu uygulamalarla neler neler yaşadım da işte. Geç. Bölümü çok uzatacak. Ama kapıma kadar gelen herifin bana posta koyması, beni korkutuyor gerçekten. Ama bazen bir kurye geliyor. Hâl hatır soruyor. Konuşuyoruz. Yüzü gülüyor. Böyle işini güzel yapan insanlara denk gelince mutlu oluyorum. Arıyorum ilgili kurumu. Diyorum bu bu bu isimli kişiler. Bunlara iyi bakın. Bunlar güzel insanlar. Hani her haltı oylayabiliyoruz ya artık? Black Mirror’da olduğu gibi. Sadece olumsuz şeyleri söylüyoruz ama. Ya da millet tutuyor, rakiplerine sahte hesaplardan olumsuz yorumlar yapıyor falan. Ne kadar saçma bir süreç olduğu buradan belli. Ben iyi şeyler için de arıyorum.

Herhangi bir dükkana giriyorum. Tezgahtar, kasiyer, garson, mekan sahibi. Hiç fark etmez. Kimi yüzünü biliyor. Ooo hoş geldin diyor. Kimi tanımıyor. Buyrun, hoş geldiniz diyor. Kimine de kolay gelsin diyorum, cevap bile vermiyor. Yanındakiyle muhabbete devam ediyor. Umursamıyor bile. Deliriyorum. Niye böyle yapıyor? Kapıda karşılamasını falan istemiyorum ki. Kolay gelsin diyorum ya.

Geçenlerde bir alışveriş merkezindeydim arkadaşla. Yerleri paspaslayan kişiye kolay gelsin dedim. Devam ettim. 1-2 adım ilerlediğimde teşekkürler dedi. Döndüm arkadaşa dedim ki bak, muhtemelen bu kişiye kimse kolay gelsin demedi. Kimse onun varlığını fark etmedi. Adam şaşırdı. O yüzden geç teşekkür etti. Bence bu bir ihtimal.

Bunların tam zıttı durumlar yok mu? Tabii ki var. İlgili kişinin karşısına geçtiğimde, beni fark ettiğini görüyorum. Bunu hissettiriyor. Daha çok kazansın diye ondan daha fazla alışveriş yapıyorum. Ayaküstü muhabbet ediyorum. Yüzü gülüyor. Harika şeyler bunlar.

Başka bir gün bir markete girdik arkadaşla. Alışveriş yapacağız. Manav reyonunda bir şey tarttıracağız. İki personel var. Önlerindeyiz bak. Tam önlerindeyiz. Elimizde poşet. Tartının üzerine koyduk. Aramızda 50 cm ya var ya yok. Bakar mısınız falan diyoruz, yok. Mümkün değil. Görmüyorlar. Tartının tuşlarına basmaya başladı rastgele. Önlerindeyiz ya delirmek üzereyim. Yüzleri bize dönük. Görmüyorlar. Biraz daha yüksek sesle seslendik. Bir tanesi geldi. Dedi ki ben buradan yardımcı olayım. Aldı poşeti. Başka tartıya gitti. O tartı, 50 gram falan daha ağır tarttı. Allah Allah, bir sıkıntı var burada dedik. Yüzümüze baktı. Biri az tartıyor ya da biri çok tartıyor dedik. Yüzümüze bakmaya devam etti. Neyse boş ver dedik. Kolay gelsin dedik. Tepki yok. Kasaya geldik. Yemek kartıyla ödeyecek arkadaş. Kasiyer dedi ki “Heeea ben o kartın gün sonunu aldım ama.”. İyi de dedim, saat 7 buçuk. Gün daha bitmedi ki? “Ne yapsak ki?” diyor bana. Kafayı yiyeceğim. Sen gün sonu yapman gereken işi gün ortasında yapmışsın. Ve bana diyorsun ki “Ne yapsak?”. Bilmem. Ne yapsak? Sonra başka bir arkadaşına sordu. O arkadaşı da buna carladı sen niye gün sonunu alıyorsun ki bu saatte diye. Ödedik yemek kartıyla, çıktık.

Kendim başka bir markete gittim başka bir gün. Alışverişi yaptım. Yemek kartını uzattım. “POS bozuk, bununla ödemeyemezsiniz.” dedi. Dedim hani nerede bir uyarı asılı mı? Yok. Kalsın hepsi dedim, çıktım. Aynı markete bugün yine gittim. Kafamda da bu podcast bölümünü oluşturuyorum bu arada, ironiye bak. Alışverişi yaptım. O dondurmayı alma, bunu al. İndirim var dedi. Aynı dondurma değil. Yok, teşekkürler. Kalsın dedim. Absürd bir indirim yapılmış çünkü. Ya ürün çok kötü. Ya da hatalı bir seri var ve bunu ucuza satmaya çalışıyorlar, belli. Böyle absürd indirimlere giren ürünlerde, özellikle gazlı içeceklerde mutlaka bir problem oluyor ya da son kullanım tarihi çok yakın oluyor. Baktım hafif bozuldu. Prim alacak ya onu satınca. Kıyamadım. “Ama teşekkür ederim bilgi verdiğiniz için, iyi indirim gerçekten.” dedim. “Ya işte onu alacağına bundan 3 tane alabiliyorsun” falan yine başladı. Teşekkür ederim, ben yemiyorum onu dedim. Yemek kartını uzattım. “Biliyorsunuz, bu kartı bize bırakıyorsunuz. Biz akşam çekim yapıyoruz. Ertesi gün kartı gelip bizden teslim alıyorsunuz.” dedi. Dedim bilmiyorum böyle bir şey. Daha önce böyle bir durum yoktu. POS’u başka şubeye göndermişler. Bundan sonra böyleymiş. İyi de bana ne? Sen, bu kartı kabul ettiğini söyleyen bir yersin. Ve buna böyle bir saçmalık getiriyorsun. Hani dedim, nerede? Bir uyarı var mı? Ben göremedim muhtemelen. E biz müşterilerimizi tanıyoruz, onlar da bizi tanıyor. İşin böyle olduğunu biliyorlar. İyi de ben de senin müşterinim ve en son geldiğimde böyle bir şey yoktu ve belli ki sen beni tanımıyorsun. Bir şey söylemedim. Almadan çıktım yine. Bir daha da gitmem zaten. Şimdi burada kasiyerin bir problemi yok. Mağaza yönetiminin sıkıntısı bu. Zaten hiç tartışmaya girmedim. Bir şey söylemedim. Bırakamam kartı, bunlar kalsın dedim. Ama merak ediyorum. Bu süreci bu hâle getiren kim? Ve neden, nasıl oraya geldi? Ve neden, nasıl hâlâ orada kalabiliyor bu kafa yapısıyla? Elin mahkum kaldıysa böyle bir şeye, o zaman içeri giren müşterini uyar değil mi bir şekilde? O da yok. Buna tutuluyorum işte ben.

Başka bir markete gittim. Personel baştan aşağı güler yüzlü. Efendi. Madem yemek kartıyla alamayacağım, gider buradan alırım dedim. Alışveriş biterken kasiyer dedi ki bizim kendi üretimimiz böyle bir kurabiye var, denemek ister misiniz? İsterim abi dedim. Alsın primini. Güle güle harcasın. Burada da personel güzel ama akşam ortalık tenhalaşınca kasalarla çöp kutusuna yanaşıp manavdaki ürünleri çöpe sallıyorlar mesela. Yine yönetimin bir problemi var. Personel, ona söyleneni yapıyor. Ne yapsın ki başka? Elinden ne gelir? Madem bozulacak, ucuzlat öyle sat değil mi? Satacağıma çöpe atarım diyorlar belli ki.

Yine markete gidiyorum bir gün. Kasada sıra bekliyoruz 5 kişi. Biri geliyor. En öndekine soruyor. Benim elimde 2 parça ürün var, geçebilir miyim diye. O da olur diyor. Hadi diyelim boşluğuna geldi ya da arkasındakileri fark etmedi. İnsanlık hâli. Peki soran kişi, en öne gidene kadar nasıl olur da diğer bekleyenleri fark etmez? Mümkün değil. Sesler yükseliyor. Pat, yeni kasa açılıyor. Sonra en arkadaki kişi, yeni kasanın birincisi oluyor. Hayır, öyle olmaz. Sen en arkadaydın. Şimdi en öndesin. Bir terslik var. Hayır. Kimse bunu umursamıyor. Bir gün bir dayı geldi bana. Benim az şey var, önüne geçeyim mi dedi. Dedim beyefendi benim için fark etmez. Ama arkamızda 3-4 kişi var. Onlara da sormanız lazım. Ben tek başıma evet diyemem buna. Bir bağırmaya başladı bana. Söyleniyor. Kendini ne sanıyor bu, alt tarafı iki şey aldık. Ne biçim adam bu bilmem ne. Sesleniyorum arkasından. Abi diyorum bak, ben zaten tamamım. Diğer insanlara da sorman gerekir dedim. Hepimiz sıradayız. Sorsana onlara falan. Mümkün mertebe kibar kalmaya çalışıyorum. Adam bağırıyor. Ağzını bozuyor. Yanına eşi geldi. Amaaan bırak şunu ya falan diyor beni gösterip. Adam eşinden gaz alıyor. İyice bağırıyor. Marketin orta yerinde, reyonların arasından sesi geliyor. Sırada falan değil he. Geziyorlar markette hâlâ. Ama bana giydiriyor. Dayanamadım. Bir bağırdım buna. Kalabalık yer, küfür etmek istemiyorum. Çoluklu çocuklu aileler var. Ama elim ayağım titriyor artık sinirden. Bas bas bağırıyorum. Delirmişim artık. Hiçbir yere gitme, bekle dışarıda dedim. Ne diyon lan sen, ne yapacaksın falan diyor bana. Dayı diyorum bak yapma etme. Yarım kadar adamsın. Yaşın benim iki katım. Yapma işte. Kalırsın elimde. Hâlâ söyleniyor, küfür ediyor. Bir yandan da aldıklarını bırakıyorlar ama, kaçacaklar. Geçti yanımdan. Titriyorum sinirden. Sesim çatallaşıyor. Allah aşkına diyorum bekle. Hiçbir yere gitme, bekle. Geliyorum. Millet beni sakinleştirmeye çalışıyor falan. Hayır arkadaş diyorum. Ben senin hakkını savundum diye bu hâldeyim şu an. Sen ağzını açıp hiçbir şey demedin diye olay bu noktaya kadar geldi. Sen de haksızsın. E doğru söylüyorsun. Söylüyorum da kıymeti yok. Baştan neredeydin? Çıktım dışarı poşet elimde. Dayı ortalarda yok. Gitmişler. Peki benim sinir stresim ne olacak şimdi? Bazı sağlık sorunlarımdan dolayı doktor diyor ki stres yapmamaya çalış. Bunun gibi adamlar mesela, buzdolabından bir şey alıp kapağını kapatmayan tipler işte. Bana ne diyor. Yazık günah değil mi ya?

Bazı insanlarda durum daha ciddi bu konuda. Annemde babamda mesela. Bu tip durumlardan, stresten uzak durmaları lazım. Benzer durumda onlar kalsa, belki çok daha büyük sonuçları olacak. Peki bunun hesabını kim verecek? Ben sırf bu yüzden bazı eşle dostla akrabayla ilişkiyi kestim. Bütün kini, nefreti kusuyorlar. Bizim evi huzursuz hâle getiriyorlar. Sonra hiçbir şey yapmamış gibi dönüp gidiyorlar. Kabul etmiyorum ben bunu. Kötüysem kötüyüm. Aramasın, sormasın o zaman. Zerre kadar umrumda değil.

Giyim mağazasına giriyorum. Örneğin, diyorum ki bana siyah, cepli, cebi fermuarlı, dizime yakın olacak bir şort lazım. Tak. Bizde yok diyor. Teşekkürler diyerek çıkıyorum. Bazen diyor ki ya bir tane var ama boyu tam istediğiniz gibi olmayabilir diyor. Bakıyoruz. Alıyorum veya almıyorum. Ya da diyor ki var ama bedenine bakmam lazım. Tabii diyorum. Bakıyor, yokmuş kusura bakmayın diyor. Sağlık olsun kolay gelsin diyorum çıkıyorum. Bazen de tabii ben yardımcı olayım diyor. Şortlar burada diyor ve gidiyor. Biliyorum zaten orada olduğunu. Spesifik bir şey soruyorum sana. Bilmiyorsan bilmiyorum de. Şortlar burada de. Ben bakayım kendim. Bu yardımcı olmak değil ki. Bunun bir ileri seviyesinde söylediğimin zıttını önerenler var. Bir şort getiriyor. Şort değil zaten, mayo olmuş artık. Fermuarını geçtim, cebi bile yok. İyi de diyorum, bunda cep yok. Bunda var al diyor, yeni bir şort alıyor eline. İyi de diyorum cebi fermuarlı demiştim ya hani? “Hee öyle bulamazsın ama.” diyor. Bulamaz mıyım? Ya sende yoktur. Olmayabilir. Yok de, kalmadı de. O şekilde bir ürün satmıyoruz de.

Spor yaptığım zamanda bir peynirciye girdim. Bak peynirci. İşi bu. Tek işi bu. Peynir ağırlıklı olmak üzere süt ürünleri satıyor. Dedim ki abi yağsız tuzsuz lor istiyorum. Spor yapıyorum ben. Peynir altı suyu işte bu. Whey protein. Protein tozunun ham maddesi. “Öyle bir lor varsa getir biz de yiyelim.” diyor. E var ama. Alıyorum ben bunu başka yerlerden. “Öyle lor mu olur ya mümkün değil. Ondan yemek yapılmaz ki. Bak lor budur, bunu böreğin içine koyarsın, makarnaya dökersin.” falan diyor. Ya var işte var. Öyle bir lor var. Sen peynircisin ya nasıl bilmiyorsun bunu? Bilemeyebilir. İnsanlık hâli. Her çeşit peynirin her haltını bilemeyebilir. Ama neden iddia ediyorsun? Onun yerine de ki bende yok. Hatta meraklan. O nedir ya de. Sor bana. Niye bunu istiyorsun de, nereden aldın ki sen diye sor bana. Git mesela oraya. İste bunu, al. Aaaa bu muymuş de. Ben de satayım bunu da. Öğren onu. Hayır. Makarnaya dökecekmişim. Almadım bir şey. Çıktım gittim.

Bir gün evde ders çalışıyorum. İnternet kesildi. Kapıda da doğalgaz çalışması var. Yeni yeni döşeniyor mahalleye. Dışarı baktım. Direkten sarkan kablo var. İndim aşağı. Abi kolay gelsin. Bu kablo nedir bilginiz var mı? “Ya biz kepçeyi fazla kaldırmışız. Yukarıdan indirelim derken telleri kopardık.” dedi. Telefon hattı kesilmiş sokakta. İnternet yok. Abi dedim bir yerleri falan aradınız mı? “Yooo” dedi. Kafayı yiyorum. Ya abi, hiç demediniz mi biz neyi kopardık acaba diye? Hiç mi merak etmediniz? Bak söylüyorum sana. Telefon bu. Elimiz ayağımız kesildi şu an. Suratıma bakıyor. Sonra çıktılar kepçeye. İki kabloyu tutturup bantladılar. Takip eden haftalar boyunca, ne zaman rüzgar esse, internet kesildi. Bütün download’lara ve upload’lara baştan başladık, sürekli. Bütün görüşmeler yarıda kaldı. Delirdim yine. Aradım ilgilileri. Defalarca aradım. Sinyal düzgün diyor. Ya diyorum düzgün. Düzgün de, birazdan bozulacak. Bozulunca ara o zaman. Aradığımda düzelmiş olacak ki ama zaten, problem orada. Yine saatler süren telefon konuşmalarından sonra ekip gelecek dediler. Gelmedi. Bir hafta kadar da bunun için telefonlaştım. Bir ekip geldi. Dedi ki bir saniye. Bu kablo niye ta oradan sizin eve geliyor? Sizin evin önündeki direkten gelmesi lazım. Çok saçma. Abi dedim biz çekmiyoruz kabloyu. Doğrusunu siz bileceksiniz. Adam kendi iş arkadaşlarını anlamakta güçlük çekiyor. Ben böyle saçmalık görmedim diyor. Çekti bir kablo eve. Doğru direkten çekti bu sefer üstelik. Hiçbir problemimiz kalmadı. Açıklama bekliyorum. Sinirden gülüyor artık. O da tükenmiş belli ki. Ben de tükendim. Allah razı olsun. İşimizi halletti. Ama sorun ne biliyor musunuz? Sorun, benim bu kişiye ulaşmamın zorluğu. Belli ki bu abiye müsaade edilse, gidip pek çok problemi çözecek. Bunu istiyor. Benimle aynı şeylerden yakınıyor. Ama bu abiyi de mutsuz etmişler işte. Onun da canını sıkmışlar belli ki.

Belediyenin görevlisi, yerleri süpürüyor. Diyor ki benim işim bu. Doğru yapmam lazım. Yeri geliyor, eliyle topluyor süpürgeyle alamadıklarını. Yerdeki kuru yaprağı da almaya çalışıyor. Bas üzerine, un ufak olacak zaten. Hayır. İşimi doğru yapacağım diyor. Süpüre süpüre gidiyor bütün yolu. Adam geçtikten sadece 2 adım sonra, gereksiz insanın biri sigarasını yere atıyor. Ya yapma. Normal zamanda da yapmaman lazım da tam olarak şu anda bunu nasıl yapabildin? Zaten toz, toprak, sağdan soldan gelen çöpler falan yeterince var. Niye yine attın? Git. De ki abi pardon, şunu da senin kovaya küreğe artık neyse, atayım. Bu kadar. Bunu yap.

Bir görevli gelip, ayrılan alanı çok güzel yeşillendirmek istiyor. Çiçekler ekiyor. Suluyor onları, bakıyor o alana. İşi bu. Elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor ve güzel bir iş çıkarıyor ortaya. Belediyenin başka bir görevlisi geliyor. Kamyonu o yeşil alanın üzerine park ediyor mesela. Neden? Neden yapıyorsun bunu?

Belediyenin başka bir görevlisi, yol yapım çalışması tabelasını koymuyor. Giriyorsun bir sokağa. Git, git, git. Pat. Yol kapalı. Orada çalışan görevli mi işini yapmadı? Yoksa artık onun da dilinde tüy bitti, “amirim bak bu uyarıları koymayın gerek yok diyorsun ama vatandaş mağdur oluyor” diye mücadele etmekten bıktı mı? Kim buradaki en zayıf halka? Bilemiyorum işte. Ama bilmek istiyorum. Elimi omzuna atıp, gel bakalım arkadaşım demek istiyorum. Sorun var mı, bir bak bakalım. Neden böyle oldu sence demek istiyorum. İşin en temel noktasında, gerekenin yapılmasının önüne taş koyan kişilerle oturup bir süre konuşmak istiyorum sadece. Tepkilerini görmek istiyorum.

Zemin katta asansör bekliyoruz. İki asansör var. Birinde 5, birinde 15 yazıyor. 5 yazanı çağırıyorum. Düğmenin ışığı yanıyor. İnmeye başlıyor. 4, 3. Tak. Yanımdaki hadi ya öööööf diyor ve aynı düğmeye üç kere daha basıyor. Bir de yanındakine basıyor. Ya abicim. Biri zaten 3’e kadar gelmiş. Diğeri 15’te. Nasıl daha erken gelsin değil mi? Umrunda değil ya. Yansın abi elektrik, su, doğal kaynaklar falan ya yansın yıkılsın zerre kadar umrunda değil.

Öğrenciyken aldığım staj parasıyla annemi babamı bir iftara götüreyim dedim. Yok, olmaz, kıyamayız falan. Çok ısrar ettim. Gittik bir yere. Her masada ufak tefek ikramlar var. İşte iki tane Kemalpaşa olduğu iddia edilen dandik tatlı. Cılkı çıkmış böyle. 2-3 hurma, 2-3 zeytin falan. Bir yaprak marul var, üzerinde çeyrek dilim salatalık var. Boş masalarda bile var bu. Neyse bekledik, top patladı. Yemeği yiyoruz. Bir süre geçti. Yemek bitti. Hesabı ödemeye gittim. Hesap fazla. Ekstra bir kişilik yemek parası daha var neredeyse. Fişe bir bakayım dedim. 19 yaşımda falanım daha. Mevsim salatası ne diyorum. Masada vardı ya diyor. Tatlı ne diyorum. Hurma ne diyorum. Bunlar masadaydı zaten. Salata dediği şeyi anlattım az önce zaten. İyi de dedim bunları biz sipariş etmedik. Bazılarını yemedik. “Burada böyle” diyor. Ölür müsün öldürür müsün? Tatsızlık çıkmasın diye döndüm gittim.

Arkadaşlarımla Starbucks’ta kavhe içiyorum. 2 katlı. Bir de bahçesi var. Tuvalete gittim. Baktım 3 kişi sıra bekliyor. Benimle beraber dört. En öndeki kim bilir ne kadardır bekliyor. Ben sırada beklerken kapıyı iki kere çaldı. Öncesini bilmiyorum. Sonra kapı açıldı böyle hiddetle. “Al kullan senin olsun” dedi biri ve çıktı gitti. Gidenin üzerindeki üniformadan belli, yandaki mağazada çalışıyor. Kim bilir ne kadar süre kaldı. Sonra önümdekiler girdi. En son ben girdim, çıktım. İndim aşağı. Arkadaşlar dedi ki nerede kaldın hayrola. Ya dedim bak. Burası bir kahveci. Sıvı içiyoruz. Üstelik diüretik bir madde bu. 2 kat var. 1 bahçe var. Ve buna rağmen tek kişilik tuvalet yapmışlar. Bunun yetemeyeceğini nasıl akıl etmiyorlar dedim. “Oooohoo sen her şeyi böyle takarsan 40’ını göremezsin.” dediler bana. Zaten sinirliyim. İyi tamam görmeyeyim herkes rahat nefes alsın dedim. Bir süre geçti. Kalkalım dedik. Dediler ki tuvalete gidelim önce. Ben gelmiyorum gidin siz dedim. Yarım saat sonra geldiler. Şikayete bak, “ayy bu ne sıra ya böyle”. Dedim arkadaşlar, takmayın bu kadar. Allah muhafaza 40’ınızı göremezsiniz bu kafayla. Şimdi burayı tasarlayan kişi ya da buna onay verenler, bunu düşünemedi ya da umursamadı. E iyi de, bundan şikayetçi olan da bunu umursamadı ki işte ben anlatınca. Neyi değiştirebiliriz ki biz bu kafayla?

Otobüse biniyorum. Teyzem en arkaya kadar gelmiş, hâlâ ayakta. Kimse yer vermemiş. Teyzeciğim dedim gel, sen otur buraya. Ama bak, önde ayrılan koltuklar var. Size ayrılanlar. Ben görüyorum, orada gençler oturuyor. Onları kaldırman lazım oradan diyorum. Bizi dinlemiyorlar ki oğlum, baksana gören kafasını cama çeviriyor dedi. Haklı. Peki ben kalksam gitsem. Desem ki arkadaşlar. Bu koltuklar çocuklu bireylere, yaşlılara, hamilelere, gazilere, engellilere ayrılmış durumda. Teyzemiz yaşlı. O oturacak. Nasıl carlarlar bana tahmin edebiliyor musun? “Çok istiyorsan sen yer ver o zaman.” diye çıkışacak bana mesela. Ya ben zaten yer veririm. Ama o oturduğun koltuk senin değil. Anlatamazsın. Mümkün değil anlatamazsın.

Lisedeyim. Otobüste gidiyorum. Biri bindi. Kartı boş. Para uzatıyor. Şöför diyor ki alamam ben parayı. Kart okutman lazım. Diğer yolculara sor, parayı onlara ver. Kart okut. Herif başladı bağırıp çağırmaya. Şöföre kızıyor. Hani desem ki yaşlı başlı biri falan. Hayır. Gayet 35 – 40 yaşlarında biri. Söylene söylene yürüyor ileri. Ama içeride yani. Bindi artık. Parayı da ödemedi. Dakikalarca söylendi. Saçmalıyor. Şöför diyor ki arkadaşım tamam. Bindin geçtin işte tamam. Sus. Milleti rahatsız ediyorsun falan. Yok. Susmuyor adam. “Abi Allah aşkına yeter ben yoruldum ya” dedim. Döndü bana baktı. “Ne diyorsun lan sen?” dedi böyle elini kaldırıp. Yanımda da yeğen var. Olay çıksın istemiyorum. Neyse ki arkalardan biri ayağa kalktı. Bir yükseldi buna. “Kapat çeneni, sus, seni mi dinleyecek herkes” falan. Takır takır bütün yolcular herife saldırmaya başladı. Adamın argümanı neydi peki? “Ya ben yolcuyum. O şöför. Siz de yolcusunuz. Hepimiz yolcuyuz. Niye şöförü tutuyorsunuz? Ben sizdenim.”. Aptal herif hâlâ ilkokulda yaptığı 2-A, 2-B kavgasında kalmış.

Benim yeğenler küçükken şehirlerarası bir otobüs yolculuğu yapacaktık. 3 kişiye 2 koltuk aldık. Sığarız dedik. Sığıyoruz da zaten. Oturduk. İki kadınla bir çocuk bindi arabaya. Kadın çocuğunu aldı, yanımıza geldi. Onlar da 2 koltuk almışlar. “Biz iki koltuk aldık, benim çocuk sizinle gelse olur mu?” dedi. Gece yolculuğu. 8 – 10 saat sürecek. Birbirimizi hiç tanımıyoruz. Araçta boş koltuklar var. Para vermemiş, almamış. Belki parası yoktur. Olabilir. O zaman çocuğunu kucağına al. Yol uzun diyor olabilir. Tamam. Birine güvenip emanet etmeyi deneyebilirsin. Yanı boş olan birinden rica edersin falan. Olabilir. Abla dedim, biz de 2 koltukta 3 kişi gidiyoruz. Bak benim de yanımda iki çocuk var. “Hee biliyorum benim çocuk da sizinle otursun işte” dedi. Ablam diyorum, kurban olayım, bak biz şu an oturuyoruz zaten. 2 koltuğu kapatmışız. Bu çocuğu nasıl alayım diyorum. “Biz de 2 kişiyiz ama işte” diyor. Yani bunun parasızlıkla falan alakası yok. Ben rahatsız olmak istemiyorum, sen ol diyor bana. Bir koltuğa 3 çocuk oturtup gidecekmişim. Ne bekleyebilirim ki şimdi ben bu insandan?

Küçükken böyle içi süslü siteler yapılmaya, televizyonda reklamlar verilmeye başlanmıştı. Havuz, park, basketbol sahası falan. Şimdi, ben bunları bilmiyorum. Park için parka gidersin. Basketbol oynamak için bir okulun bahçesine gidersin. Havuza zaten gidemezsin, paran yetmez. Ama bunların hepsi, bu yeni sitelerin bahçesinde varmış. Fiyatları söylüyor reklamda, akıl almaz rakamlar. Asla alamayız. O yaşta aklıma şu gelmişti. Zenginler, kendilerine ait küçük şehirler kuruyorlar ve oralarda yaşamak istiyorlar. Toplumdan ayrı. Çünkü diğer insanlarla muhatap olmak istemiyorlar. Çünkü bıkmışlar artık. O yaşlarda, ilkokul çağlarında, çok parası olanı daha iyi sanıyordum ben. Çünkü okumuş, çalışmış, kendini yetiştirmiş, kötü şeylerle vaktini harcamamış ve o yüzden hak ettiğini almış sanırdım. Öyle değilmiş tabii. Dünya o şekilde çalışmıyormuş. Para, sadece iyi olarak kazanılmıyormuş.

Bir gün, İnciraltı’nda bir markete gittik abimle. Bizim oralardakine göre nispeten lüks bir market. Senede bir kere falan gidiyoruz İnciraltı’na. Gitmişken girelim dedik. İçeride şık şık abiler ablalar var falan. Biz sırıtıyoruz bir tık. Ya da ben öyle sanıyorum. Yanımıza bir dayı geldi. Yaşlıca bir adam. Bize bakıyor falan. Sonra bu abinin arabasından bir şey düştü. Hemen eğildim, düştüğü yere geri koydum. Yüzüne baktım. Sıfır tepki. Hiçbir ifade yok, hiçbir şey söylemiyor. Döndü ve gitti. Abi dedim, adam teşekkür etmedi. Eşek ve altın semer arasındaki ilişkiyi net olarak oturttuğum bir anıdır benim için.

Ama bu dayı, kötünün iyisiydi. En azından tepki vermedi. Bir de şöyle bir anım var. Yine ilkokul yıllarımda, annemle pazardayız. Annemin elini tutuyorum ya öyle bir yaştayım. Bizimle aynı tezgahtan alışveriş yapan bir kadın, cüzdanından para çıkarırken yere düşürdü bir kağıt parayı. Hemen eğildim, aldım. Yukarı doğru, göstere göstere uzatıyorum. Öyle kalkıyorum yerden. Saniyeler içerisinde kadın bir döndü bana. “Aaaa sen ne yapıyorsun benim param o ver bakayım” dedi ve elimden aldı. Şok oldum. Annem döndü, dedi “Zaten o da size geri uzatıyordu parayı, size iyilik yapıyordu” falan. “Hıom” yaptı, çevirdi yüzünü ve gitti. Bu kadar bak. Hani hiç şey yok. Ya arkadaş ben az önce yumruk kadar çocuğu hırsızlıkla suçladım. Bu ani çıkışım için özür dileyeyim. Annesinin elini tutuyor. Annesine de mahcup oldum falan. Hiçbir şey yok. Hayatını sadece iki heceyle yürütüyor işte “hıom” yapıyor. Bu kadar.

Çok çok çok ünlü bir alışeriş sitesinden ağırlık plakası satın almıştım. 4 tane 20 KG’lik ağırlık plakası. Eve gelmiş. Okuldan döndüğümde gördüm. Kargo paketi zaten paramparça olmuş. Oradan oraya savura savura içinden geçmişler. E tamam, olabilir. Ağır. Ama böyle kabul etme o zaman. 4 ayrı pakette 20 KG’lik göndereceksiniz de. Zaten 2 pakete bölmüşler bu arada, 40 40 şeklinde. Ya da de ki arkadaşım ben bunu taşımam. Neyse. Aldım bunları kucağıma. Ooo diyorum 80 KG kaldırdım falan. Çıktım yukarı. Bir paketi açtım. Pat. İki tane 20 KG. Hemen üzerindeki irsaliyeye baktım. 2 tane 20 KG yazıyor. Süper. Diğer paketi açtım. 1 tane 20 KG plaka var. Dedim heralde üçünü gönderdiler, dördüncüyü sonra gönderecekler. Ellerinde yoktur, olabilir. İrsaliyeye bir baktım. Onda da 2 tane 20 KG yazıyor. Aradım, yazdım. Günler geçiyor, yanıt yok. Tekrar arıyorum, tekrar yazıyorum. Depoya baktık, biz sana 4 tane göndermişiz diyorlar. Arkadaşım diyorum, defalarca alışveriş yaptım sizden. Yapma etme. Depocuna bir daha sor. Tamam diyorlar. Ses seda yok. Biz inceledik, depodan gönderilmiş. Ya diyorum hırsız mıyım ben? Yok işte. Bir tanesi yok. Mümkün değil, kabul etmiyorlar. Sonra aklıma bir uyanıklık geldi. Kargolar tartıya çıkmıyor mu? Çıkıyor. İki pakete bakıyorum. Biri 40 KG tartılmış. Diğeri 20 KG. Takip numaralarından bakıyorum. Aynen öyle. Paketin biri 40 KG. İçinde 2 tane var. Diğeri 20 KG, içinde 1 tane varmış demek ki. Yazdım tekrar. Dedim al sana iki seçenek. Birincisi, eksik ürün gönderdiğini kabul et. İkincisi, 20 KG diye sattığın plaka, 10 KG ve sen beni dolandırdın. Hangisi olsun? Tamam tamam deyip birinin parasını iade ettiler. Şimdi dedim, yenisini verin. Ürün yok. Bitmiş. Stokta yok. O zaman dedim bu tek olan benim işime yaramaz. Bunun eşi yok. 14 günlük iade süremi geçtiğim için iade alamazlarmış. Yazıklar olsun dedim, peşini bıraktım. Bugün aynı sitenin kargo aracı, 3 tane engelli park yerini kapatmış bloğun önünde, kargo dağıtmaya çıkmış. Yapamazsın işte, bu şekilde hiçbir şeyi, hiç kimseyi düzeltemezsin. Bu zayıf halkalar, bu zincirde olduğu müddetçe hiçbir şeyi düzeltemezsin.

Zabıtaya gidiyorum. Bak diyorum, bu sütçü mahalleyi ayağa kaldırıyor kornasıyla. Bunu yapamaz. Aşırı derecede fazla korna çalıyor. “İnsanlar süt alıyor ama ne yapabilirim?” diyor bana. Argümana bakar mısın? Tyler Durden kardeşim diyordu ya hani sevmediğimiz işlerde çalışıyoruz falan. En azından o romanda, sevmediği işlerde çalışan insanlar da toplumdan sıkılmış insanlardı. Gerçek hayatta durum tam tersi. İşini severek yapanlar, işini sevmeyenler yüzünden sıkılıyor. Ve maalesef, bu grup giderek daha da çoğunluğa geçiyor.

Bir gün buzdolabı almıştık. Kuruluma gelen servis personeli dedi ki “Bakın. Bu ürünün içinde, elektrik kesintisinde devreye girip dondurucunun bir süre daha dayanmasını sağlayacak bir ek parça için yer var. Ama bu parça, bu modelin içinden çıkıyor mu, yoksa ayrı mı satılıyor emin değilim.”. Tamam abi dedim, arayalım aldığımız yeri, bir soralım. Adam tekrar uyardı. İçinden çıkmıyor olabilir zaten dedi. Tamam abi dedim, anlıyorum. Aradım aldığımız mağazayı. Abi hayırlı işler. Biz şu marka model buzdolabı aldık. Acaba bu modelde şu soğutucu bıdı bıdı bilmem ne var mı? İçinden çıkıyor mu yoksa ayrı mı almamız lazım? Telefonda bana bağırmaya başladı. Sen beni ne sanıyorsun, ben hırsız mıyım, içinde olsa zaten içinden çıkar. Kapat telefonu falan. Abi zaten niye yok demiyorum, var mı ayrı mı alacağız diyorum. Yok. Bağırıyor. 18 yaşımda falanım. Ben de buna yükseldim. Dedim geliyorum yanına. Annem tuttu sakinleştirdi falan. Aslında yeterince zamanın ve paran olacak ve gidip uğraşacaksın bununla. Bayiliğini yakmak için her haltı yapacaksın.

Abim de bir gün bir buzdolabı almıştı. Gece sesten uyuyamadılar. Servis çağırdılar. Cihaz arızalı. Servise gidecek. Abim dedi ki olmaz. Bir gün bile olmadı. Bunu değiştirin. Ama işte şöyle böyle bilmem ne. Sonra değiştirmek için geldiler. O dolabı, o tamir edilebilir dedikleri dolabı merdivenlerden yuvarlayarak indirdiler. Bütün merviden demirleri, duvarlar falan çizildi. Paramparça yaptılar. Dolabı da parçaladılar. Fırlattılar arabaya götürdüler. Yenisini getirdiler. Diyorum ya işte. Zamanın ve paran olacak. Kötü olmayı göze alacaksın. Arkadaş bir dakika, bu duvarın hâli ne? Sen hayırdır? Tamir edilebilecek dolabı niye çöpe attın şimdi? Ne değişti? Hani düzelecekti bu bilmem ne. Uğraşacaksın.

Bu uğraşma hâli, anlattığım tüm hikayeler için geçerli. Ama işte, birincisi neden uğraşmak zorunda bırakılıyorum? İkincisi, kimi kime şikayet edeceğim? Hani bölüm 3’te bahsettik ya, çevremizdeki 5 kişi falan hikayesi. Benim derdim bu noktada işte. Çünkü ben dışarı çıktığım anda, binbir çeşit insanla muhatap olmak zorunda kalıyorum. Tabii ki sosyal çevremde kalıcı olmuyorlar. Ama varlar. Yok sayamıyorum onları. Dışarı çıkmasam bile muhatap oluyorum. Daha Bölüm 7’de oldu işte, dışarıdan biri bağırıyor diye benim kayıt rezil oldu mesela. Gecenin bir yarısı bağırıyor sokakta. Arabayı bağırtıyor, yüksek sesle müzik açıyor. Evimde bile rahat edemiyorum ki ben. Her yerdeler. Hastanede, postanede, pastenede, toplu taşımada, okulda, iş yerinde, düz yolda, kaldırımda, mesire alanında ve deniz kenarında. Her yerde var bu tiplerden. Kargo firması, telefon operatörü, kitapçı, restoran, o, bu, şu her yerde bir problem var. Her yerde bir kopukluk var ve zayıf olanı asla tespit etmiyoruz. Edemiyoruz da değil. Ettiğimizde de bir şey yapılmıyor çünkü.

Ben bunlardan çok sıkılıyorum. Bu durumlara çok üzülüyorum. Bunlara benzer daha neler neler anlatabilirim. Üzerimizde bu kadar yük varken, aramızda bu kadar zayıf halka varken biz nasıl güçlü olabiliriz ki? İhtimal veriyor musunuz buna? Ben günden güne umudumu kaybediyorum bu noktada. Hadi bu zayıf halkalara karşı gerekeni yapalım diyelim. Ne yapacağız? Adım atmaya korkar hâle geldik. Çamurda oynamaktan zevk alan insanlar günden güne artıyor. Ve sessiz kaldığımız, karşılık vermediğimiz, tepki göstermediğimiz her dakikada daha da azınlıkta kalmaya başlıyoruz.

Fazla kafanıza takmayın ama. Bu kafayla 40’ı göremezsiniz çünkü. Biri de çıkıp demiyor ki bunlar düzelmediği takdirde 30’u zor görürüz. Gelecek cuma saat 19:28’de görüşmek dileğiyle. Kendinize çok dikkat edin.

Bir Cevap Yazın