Bölüm #5 – Özgür Yazılım, Özgür Dünya

Bölüm #5 – Özgür Yazılım, Özgür Dünya

Gerekli Detay Bölüm #5

Bölümü dinlemek için tıklayın.

EMEA bölgesinin en çok dinlenen 889’uncu podcast’i Gerekli Detay’a hepiniz hoş geldiniz.

Bölüm 5’e hoş geldiniz. Bu bölümde, özgür yazılım ve açık kaynak kavramlarından bahsedeceğiz. Özgür yazılım nedir? Açık kaynak nedir? Özgür yazılım ile açık kaynak arasında ne gibi farklılıklar vardır? Bu ve bunun gibi soruları yanıtlamaya çalışacağız.

Konu ile ilgili geçen sene yazdığım bir yazı var. alisezisli.com.tr’de “özgür yazılım” şeklinde bir arama yaparak ulaşabilirsiniz. Linkini gereklidetay.com’a bırakacağım zaten. O yazı, bugün yapacağımız konuşmalara kıyasla daha teknik ve daha detaylı. Bu podcast bölümünde, çok teknik detaya girmeden, daha çok son kullanıcıya yönelik bir şeyler konuşacağız. Fakat yazımda gösterdiğim pek çok kaynak var. Yazıda da belirtmiştim, buradan da söylemiş olayım. Yazımı okumak ya da bu bölümü dinlemek yerine, gidip yazının kaynaklar bölümündeki yaklaşık 30 bağlantıyı incelerseniz, çok daha fazla şey öğrenebilirsiniz.

Şimdi. Dediğim gibi, basit gitmeye çalışacağız. Önce şunu düşünelim. Bilgisayar nedir? Sadece bu soru üzerine saatlerce konuşulabilir. O yüzden direkt TDK tanımını vereceğim: “Çok sayıda aritmetiksel veya mantıksal işlemlerden oluşan bir işi, önceden verilmiş bir programa göre yapıp sonuçlandıran elektronik araç, elektronik beyin.”

Nedir? Mesela, park sensörünü düşünelim. Engelle olan mesafemiz 10 metrenin altına inerse ötmeye başla. 5 metreye inince daha seri aralıklarla ötmeye başla. 2 metre ve altına inerse aralıksız öt. Ne yaptı burada? Hem bir ölçüm yaptı, hem de bu ölçüme göre karar verdi. Aritmetiksel ve mantıksal işlemlerden oluşan bir iş işte bu. Peki neden bu mesafeler ya da neden bu şekilde bir ötme tarzı? Çünkü önceden programlanmış. Şimdi siz derseniz ki, benim park sensörüm 2 metrede değil, 1 metrede ötsün. O zaman programı değiştirmek lazım.

Bu arada alın size gerekli bir detay. Önceden “computer” diyorduk bu alete. YouTube’a falan bakın. Atari reklamları var. “Evinize koşun, Atari’yle coşun.” şeklinde. Orada “arkadaşlarınıza veya computer’a karşı mücadele edin” gibi bir cümle var. Computer kelimesini “bilgisayar” olarak dilimize geçirelim diyen kişi, kıymetli hocamız Aydın Köksal. “Adı Bilgisayar Olsun” isimli bir kitabı da var. Pek çok terimi, Türkçe’mize kazandırmış bir isim. Allah sağlıklı, uzun ömürler nasip etsin hocamıza.

İki bileşeni var bilgisayarın: Yazılım ve donanım. En basit tabiriyle, “vurunca ses çıkan” parçalara donanım diyoruz. Disk, monitör, klavye, anakart, işlemci gibi. Elle tutulan, gözle görülen, somut parçalar bunlar. Suyla temas edince garantisi biten şeyler işte. Bir de yazılım var. Bilgisayarın çalıştıracağı komutlar dizisi diyelim. Basit düşünelim. Şu an bu yayını dinlediğiniz Spotify mesela, bir yazılım. Ya da web üzerinden dinliyorsunuz diyelim, bir tarayıcı açtınız web’de gezmek için. Firefox olur, Google Chrome olur. Bunlar da yazılım. Oyunlar yazılım. Fotoğraf çekerken kullandığınız kamera uygulaması da bir yazılım. Olay özetle bu.

Şimdi tarihi geri saralım. 60’lı 70’li yıllara gidelim. O zamanlar insanlar bilgisayarları kullanarak bir şeyler yapıyorlar. İşlerini kolaylaştıran yazılımlar geliştiriyorlar. Bunları birbirleriyle paylaşıyorlar. Gayet makul, normal karşılanan bir durum. “Arkadaşım onu nasıl yaptın?”, “Şöyle yaptım, al sen de yap.”. Günümüzde ise bundan çok ama çok uzağız.

Bu tarz yazılım paylaşım grupları var. 1971’de, MIT Yapay Zeka Laboratuvarı’nda çalışan Richard Matthew Stallman da bu grubun üyelerinden biri. O dönemde, Digital PDP-10 isimli bilgisayar üzerinde çalışan bir sistem geliştiriyorlar MIT’de. Stallman da bu ekibin içinde tabii. Sonra Digital firması, PDP-10 cihazının üretimini durduruyor 80’lerin başında. Dolayısıyla bu sistemde çalışması için yazılmış program da işlevsiz hâle geliyor.

MIT, yeni bir PDP alıyor. Ama bu sefer Digital firmasının kendi işletim sistemi kullanılıyor. Baya baya kurum ile firma arasında gizlilik sözleşmeleri imzalanıyor. İşler bu noktada tatsızlaşmaya başlıyor işte.

Nedir tatsız olan şey? Ücretini ödeyip satın aldığınız bir ürün ile ilgili size bazı kısıtlamalar getirilmeye başlanıyor. Bu “kısıtlayıcı” yazılımlara, özgür olmayan ya da mülk yazılım diyoruz.

Günümüzde de pek çok yazılım böyle aslında. Size bir kullanım sözleşmesi gösteriliyor. Okumadan kabul ediyoruz bunu çoğu zaman. EULA deniliyor bunlara, End User License Agreement. Neler var bu sözleşmelerde? Açıp okumak lazım tabii ki. Ama özetle; bu yazlımı kurcalama, dağıtma, kimseyle paylaşma, sadece sen kullan, sadece bu amaçla kullan, hiçbir şey ekleme, hiçbir şey çıkarma gibi kısıtlayıcı maddeler var. “E ne var, normal zaten.” diyor olabilirsiniz. Şayet diyorsanız, durumun ciddileştiği nokta bu aslında. Diyelim ki ücretini ödediniz, bir oyun aldınız. Kurulum sırasında anlaşma geliyor önünüze. Hoşunuza gitmedi, kabul etmek istemiyorsunuz. O zaman oynayamazsınız bu oyunu. E parasını ödediniz? İade etmeyi deneyebilirsiniz. “Kutusu açılmış” diyorlar. Dijital olarak aldıysanız, iade sürecini başlatıyorsunuz. Ücret bilmem kaç iş gününde geri gelecek deniliyor. Ya da tamam, her şey güzel. Kabul ettiniz. 6 ay sonra, sözleşmeye güncelleme geliyor. Yeni hâlini beğenmezseniz ne olacak? Gitti.

Biraz daha örneklendirmeye çalışalım bu kısıtlamaları. Bunları sayarken “ne alakası var?” demeyin lütfen. Çünkü biz, buna benzer uygulamaları yazılımlarda sıklıkla görüyoruz.

Olaya saf bir ticaret olarak bakalım. Para verdiniz. Ürün aldınız. Basit bir olay. Tişört aldık diyelim. Basketbol topu aldık diyelim. Tişörtü bir arkadaşınız gördü, hoşuna gitti. Bedenleriniz uyuyor. “Al senin olsun” diyebilir misiniz? Dersiniz. Artık kullanmak istemiyorsunuz. Giyim bağış kutusuna atabilir misiniz? Evet. Devredebilirsiniz yani bunu. Peki bu tişört ne amaçla üretildi? Giyilsin diye. Bunu eskiyince toz bezi yapabilir misiniz? Yapabilirsiniz. Basketbol topunu alıp; bir parkta, daha önce hiç tanımadığınız insanlarla birlikte kullanabilir misiniz? Tabii ki yapabilirsiniz.

Ama bak mesela. Microsoft Windows 10 lisansında ne yazıyor: “Yazılımın satışı yapılmamakta, lisansı verilmektedir. Bu anlaşmanın tüm koşullarına uymanız şartıyla, bu anlaşma kapsamında size, aynı anda yalnızca bir kişi tarafından kullanılmak üzere, cihazınızda (lisanslı cihaz) bir yazılım örneği yükleme ve çalıştırma hakkı veriyoruz.”

Bir kere yazılımı almamışız ki biz. Kullanım hakkını almışız. Benim elimde bir Windows 10 varsa, ben bu yazılımı aldıysam, cihazlarıma kurabilmeliyim. Test ortamlarıma kurabilmeliyim. Ama yok. Yazılımı alamadık işte. Aynı anda tek bir cihazda bir kişi tarafından kullanım hakkını aldık. Bir kişi bak. Çok gariptir. Aynı Windows, bana diyor ki “bu bilgisayara birden fazla kullanıcı ekleyebilirsin”. Garip bir durum aslına bakarsanız.

Peki aldığım bir ürünü satamaz mıyım? Satarım. Bağışlarım. Problem yok bunda. Benim bir çok oyunum var satın aldığım. Sizlerin de vardır belki. Epic, Steam, Sony, Microsoft gibi yerlerden, dijital pek çok oyun satın almışsınızdır. Hadi bunlardan birini bana hediye edin. Yapamazsınız. Bütün hesabınızı devretmeniz gerekecek. Ki o da yasak zaten. Mülkiyetimde değil bu ürünlerin hiçbiri. Bana ait değiller aslında. Keyifsiz olan nokta burası.

Bir temizlik ürünü aldınız. Çamaşır deterjanı olsun. Rezil etti bütün kıyafetlerinizi, öyle düşünelim. Sonra bir baktınız, pek çok mağdur var böyle. Tüm yıkama ve kullanım talimatlarına uymanıza rağmen, bu deterjan işini düzgün yapmadığı gibi sizi zarara uğrattı. Ne yapabilirsiniz? Bütün mağdurlar toplanıp dava bile açabilirsiniz aslında. Hakkınızı aramayı deneyebilirsiniz.

Peki, diyelim ki Adobe Photoshop aldınız. Memnun kalmadınız. “Sen tek gel” diyorlar size: Adobe Genel Kullanım Koşulları (14.3.): Toplu Dava Açmama. Bizimle olan uzlaşmazlıkları yalnızca bireysel olarak çözebilirsiniz ve bir hak talebini bir topluluğun davacısı ya da topluluk üyesi olarak birleştirilmiş ya da grup adına dava şeklinde getiremezsiniz.

Yazılım dünyasına gelince, çok normal oluyor. Mesela Microsoft, bir güncelleme çıkardı ve dedi ki “Artık Windows Movie Maker kullanamazsınız. Kaldırdım ben yazılımı.”. Bana o lazımdı ama. Elim alışmıştı, seviyordum, kullanıyordum. Sırf bunun için Windows almıştım. Ne oldu? Gitti. Böyle bir durumda kaldığınızda, ilgili firmayı arayıp durumu anlatın. Bakın bakalım nasıl sonuçlanacak. Çok kovalarsanız, bir şekilde iade alabilirsiniz belki ama, bununla kullanıcı olarak ben niye uğraşıyorum? Niye müşteri olarak bunun peşinden koşmak zorunda bırakılıyorum?

Diyelim ki yine rutin bir alışveriş günündeyiz. Mağaza gezmek istiyoruz. Kapıda durduruyorlar bizi: Adobe EULA: Bir Adobe yazılımını indirerek ya da kullanarak; Küba, İran, Irak, Libya, Kuzey Kore, Sudan, Suriye ve ABD ambargosu altındaki ülkelerin vatandaşı olmadığınızı beyan etmiş olursunuz.

Niye böyle bir beyanatta bulunmam gerekiyor? ABD gümrük yasaları çünkü. Üzücü bir durum. Bir şirketin İranlı çalışanı, memleketine gidiyor. GitHub’a giriş yapıyor. Şirketin repolarına kod gönderiyor vs. İşini yapıyor yani kısaca. İran’dan giriş yapıldı diye, tüm şirketin GitHub’a erişimi kesilmişti. Sonra GitHub özür diledi falan ama. Düşünsenize durumun trajikliğini.

Bu ve bunun gibi pek çok örnek var. MIT’ye tekrar dönelim. Bu sorunlar, Stallman’ın canını sıkıyor. Dahası, farklı bir sorunla daha karşılaşıyor. Elinde bir yazıcı var. Yazıcıda bir problem var. Stallman diyor ki “Ben bunu düzeltebilirim. Kodları verin.”. Ama bu talep reddediliyor. Önceden tüm kaynak kodları açıktı. Bilim ve teknoloji, birlikte ilerlelitiliyordu ama durum değişmeye başladı o yıllarda.

Daha önce bahsettiğim yazılım paylaşma topluluğu vardı ya. Orayı tekrar canlandırıyor MIT’de. Diyor ki bu iş böyle olmaz. Özgür olmamız lazım. GNU projesini başlatıyor. Bu projeyi de, özgür yazılım felsefesi çevresinde başlatıyor. İlerleyen süreçte, Linux çekirdeği geliştirilmeye başlanıyor Linus Torvalds tarafından. O da yazılımını özgür lisansla lisanslıyor. Dünyanın pek çok noktasından katkı geliyor bu iki projeye de. Bugün, GNU/Linux işletim sistemi ortaya çıkıyor.

Peki nedir özgür yazılım? İngilizce’si Free Software. Ama bu, sıklıkla “ücretsiz” kelimesiyle karıştırılıyor. O yüzden “Libre Software” olarak da geçer. Ya da fark anlaşılsın diye “free as in freedom” ifadesi kullanılır.

Burada bahsedilen şey aslında yazılımın değil, kullanıcının özgürlüğüdür. Bir yazılımın özgür olabilmesi için dört şartı sağlaması gerekir:

  • Özgürlük 0: Bir programı dilediğiniz gibi, herhangi bir amaç için kullanabilmek.
  • Özgürlük 1: Programın mantığı üzerinde çalışabilmek ve hesaplamalarınızı dilediğiniz gibi yaptırabilmek için değiştirebilmek. (Kaynak koda erişim, bu özgürlük için ön koşuldur.)
  • Özgürlük 2: Programın kopyalarını dağıtabilmek.
  • Özgürlük 3: Düzenlenmiş sürümlerinizin kopyalarını dağıtabilmek. Bu sayede, yaptığınız değişikliklerden herkes faydalanabilir. (Kaynak koda erişim, bu özgürlük için ön koşuldur.)

Tekrar vurgulamak lazım. Burada fiyattan bahsetmiyoruz. Bir yazılım özgür olup ücret karşılığında satılabilir hatta böyle yapılması önerilir. Geliştiricinin, emeğinin karşılığını alması istenir.

Bir de açık kaynak var. Open Source. Sonradan ortaya atılmış bir kavram. Açık kaynak ifadesi, felsefenin temelinde yer alan “özgürlük vurgusunu ortadan kaldırıyor. Elimizde kalan tek şey bir geliştirme metodu oluyor. Kaynak kodlarımızı açık tutarak geliştirme yapalım. Bu kadar.

Peki farkları ne? Şimdi şunu netleştirelim. Bir yazılımın özgür olması için, kaynak kodlarının açık olması şart. Yani her özgür yazılım, aslında bir açık kaynak kodlu yazılımdır. Her açık kaynaklı yazılım ise özgür olmak zorunda değildir. Burada belirleyici nokta, yazılımın lisansı oluyor.

Örneğin, bir sistem, düzenleme yapıp kendinizin derleyeceği yeni bir yazılımı kullanmanızı engelleyebilir. Bu, bizim dört temel özgürlüğe aykırı bir durum.

Özgür yazılımlar çoğunlukla GNU GPL lisansına sahip. Açık kaynaklı yazılımlarda ise farklı lisanslar mevcut. Yazılım üzerindeki haklarınızı bilmek için, bu lisansları incelemeniz gerekiyor.

Peki neden özgür yazılım kullanmalıyız? Kolay aslında, özgürlüğümüz için. Çamaşır makinesini ele alalım. 30 – 60 – 90 derece sıcaklıklarda yıkama yapan bir model olsun elimizde. Nedir bunun kararını veren şey? Yazılımdır. Ben 30 – 40 – 60 – 90 şeklinde bir ısıtma ayarı istersem ne yapacağım? Bunu sağlayan bir çamaşır makinesi alacağım. Yazılımı değiştirebilir miyim? Değiştiremiyorum işte, özgür yazılım değil çünkü.

Ya da bir güncelleme geliyor kullandığınız yazılıma. Eski hâli çok daha güzeldi diyorsunuz. Ama eskiye dönme şansınız kalmıyor. Ben o servisi tamamen durdurdum diyebiliyor üretici firma. İsteseniz de kullanamıyorsunuz eski sürümü. Böyle imkânlar yalnızca özgür yazılımlarda mümkün.

Microsoft gibi pek çok firmanın, NSA gibi servislerle çalıştığı bilinen bir gerçek. Bu da bir problem. “Özgür yazılımlar bilgi göndermiyor mu sanki?” diyebilirsiniz. Açıp bakın kodlarına. “Ben koddan ne anlarım?” da diyebilirsiniz. E başkaları bakıyor zaten. Birlikte geliştiriyoruz biz o yazılımları. Birileri art niyetli bir şeyler yapmaya çalıştığında, geliştirme ekipleri kontrol ediyor. Peki özgür yazılımlarda hiçbir zaman hata olmuyor mu, art niyet olmuyor mu? Pekala olabiliyor. Çok çok nadiren oluyor ve ayyuka çıkıyor bunlar. Sonrasında düzeltiliyor. Kapalı sistemlerde hiçbir şeyden haberiniz olmuyor.

Kodu görmek, kodu okuyabilmek çok önemli bir konu aslında. Mesela telefonlarda kullandığınız anlık mesajlaşma uygulamalarını düşünelim. Sizden mesajı alıyor, karşıdaki kullanıcıya iletiyor. Arada bir kopyayı kendisine almadığından nasıl emin olabilirsiniz? Kodu açıp baktınız mı? “Yok canım yapmazlar öyle şey” diyorsanız lütfen tüm elektronik cihazlarınızı toplayın. Asit falan bulabiliyorsanız dökün üzerine. Çünkü böyle tonla vukuat var. Bazı şirket çalışanları, anonim olarak ihbarlarda bulunuyorlar. “Yeter artık, biz insanların yatak odalarını dinlemek, duymak istemiyoruz.” diyorlar. Ok Google, Hey Siri, Alexa diye bağırmadan önce bir düşünmek lazım gerçekten.

Abartıyorsun, saçmalıyorsun, komplo teorisi bunlar diyebilirsiniz. Demeyin işte arkadaşlar. Pek çok haber çıktı gündeme. Zuckerberg neden senatoda ifade vermeye çağrıldı? Neden her gün “gizlilik politikamızı güncelledik” diye e-postalar gönderilmeye başlandı? Neden bir anda GPDR, cookie’leri ya da çerezleri kabul et butonları görmeye başladık her yerde? İrili ufaklı doğa olayları yaşandı çünkü, fırtınalar koptu, cezalar yağdı. Uydurmuyorum yani.

Bu ve buna benzer pek çok olayı, web sitemdeki yazıda paylaştım. Kaynaklarıyla beraber paylaştım. İnceleyiniz lütfen.

Özetle özgür yazılım felsefesi; kullanıcının özgürlüğünü ön planda tutan, bilim ve teknolojik gelişmelerin önünü açmak isteyen, kişi ya da kurumların kölesi olmayı reddeden bir felsefedir.

Sıklıkla sorulan bazı sorular var. Bunları yanıtlamaya çalışalım:

1- Bir özgür yazılımı satabilir miyim? Evet.
2- Başkasının özgür yazılımını, belirli ücret karşılığında insanların bilgisayarına kurabilir miyim? Evet. Özgür olmayan yazılımlar için de bunu yapıyorsun. Format 50 lira diyorsun. Özgür yazılımlarda bunu yasal olarak yapabilirsin.
3- Özgür yazılımlar kullanırken belirli bir noktada takılırsam, destek bulabilir miyim? Evet, bulabilirsiniz. Geliştiricinin kendisinden, topluluktan ya da ürünü geliştiren şirketin partner’larından destek alabilirsiniz. Bu destekler ücretli veya ücretsiz olabilir.
4- “Ben bir yazılım geliştireceğim, insanlar kafasına göre kopyalayıp kullanacak öyle mi? Benim emeğimin karşılığı nerede?” diye sorabilirsiniz. Lisans, özgür yazılım ile birlikte dağıtılmak zorunda. Sizin adınız orada kalıyor, merak etmeyin. “Param nerede?” diyebilirsiniz. Burada support mantığı devreye giriyor. Yazılımınızla ilgili destek almak isteyenlerden ücret talep edebiliyorsunuz. Yeni bir geliştirme isteyenlerden ücret talep edebiliyorsunuz. Öyle iş mi olur demeyin. Red Hat firması mesela. CentOS projesi var. Red Hat Enterprise Linux’un klonu. Durduruldu gerçi, Rocky Linux çıktı onun yerine. Şimdi bir Linux dağıtımı geliştirmişler. Herkes kuruyor, kullanıyor. Ama bu firmanın 2018’deki net geliri 434 Milyon USD. Para geliyor yani, merak etmeyin.
5- Bu zorlu bir süreç ya da beyhude bir çaba…

Acaba? Bu büyük bilişim firmaları var ya. Amazon, Apple, Google, Microsoft vs. Kişisel verilerimizi bu firmalarla yıllarca paylaştık. Şimdi o verileri işleyerek, satarak para kazanıyorlar. Bizim sırtımızdan. Dört bir yandan bizi sarmalamaya ve ürünlerini kullandırmaya çalışıyorlar. Bizi bir ekosisteme dâhil etmeye çalışıyorlar. Bu şirketlerin eline çok koz verdik biz. Hatta bir ara ağ tarafsızlığı konusu gündeme gelmişti. Bu şirketler şuna benzer ifadeler kullanmaya başladı: Dünya üzerinde en çok ziyaret edilen servisler bizimkiler. Dolayısıyla ağ genişliğinin çoğunu da bize tahsis edin. Bizim servislerimiz daha hızlı çalışsın. Eee? Ben ne olacağım? Ben nasıl daha yavaş bir hızla hizmet verip sana rakip olacağım? Burada bir tekelleşme söz konusu. Bu şirketlerdeki çalışma ortamından şikayetçi olan yüzlerce hatta binlerce çalışanın hikayelerini bulabilirsiniz internette.

Çıkın bir mağazaya. Bakın bakalım bilgisayarlara. Çoğunda Microsoft Windows yüklü. Almıyorum, kullanmıyorum ben bu yazılımı. Ben donanımı almak istiyorum diyorum. Yok. Önceden bu cihazları açınca, lisans sözleşmesi geliyordu. Kabul etmeyip çıkıyordunuz. İade için uğraşıyordunuz. Böyle emsal kararlar var. Şimdi lisansı kabul edilmiş hâliyle satıyorlar. Diyorlar ki “Kullanıma hazır. Aç, kullanmaya başla.”. Özellik diye satıyor bunu sana bir de.

Kurumsal ihalelerde, okullarda hatta genel olarak eğitimde daha neler neler dönüyor. Bir bilseniz kanınız donar.

Birilerini bu kadar büyütmek, iyi bir şey değil. Hiçbir zaman olmadı. Şunu diyebilirsiniz, “arkadaş sen hiç kullanmıyor musun?”. Kullanıyorum tabii ki. Bazılarına mecbur bırakılıyorum. Bazılarını zevk için kullanıyorum hatta. Xbox’ım var mesela, Microsoft ürünü. Oyun oynamak için kullanıyorum. Kullanacaksanız da ne yaptığınızı, arkaplanda neler döndüğünü bilerek kullanın. Değişim, bir gecede olmayacaktır. Kullandığınız yazılımın özgür bir alternatifi varsa, ona yönelmeye çalışın. Kendi cihazlarınızda, özgür yazılımları tercih etmeyi deneyin.

Yapabiliyorsanız, özgür yazılımlar geliştirin. Özgür yazılımların tanıtımını yapın. Dokümanlarını hazırlayın. Var olan dokümanları, bildiğiniz dillere çevirin. Maddi ya da manevi bağışlarda bulunun bu projelere. Çevrenize bu felsefeden bahsedin. Çorbada hepimizin tuzu olsun.

Çok büyük bir mevzu var burada aslında. Okullarda Microsoft Windows kullanılıyor mesela. Microsoft ürünleri üzerinde çalışan kişiler yetiştiriliyor. C# anlatıyorlar, SQL Server kullandırıyorlar. Kötü demiyorum. Lazımsa bu ürün, kullanılacak. Zaten kullanılıyor. Bunu bilen, kullanan, yöneten insanlara da ihtiyacımız var. Ama sadece bunları göstermek ne kadar mantıklı? Sonra bu kişiler mezun olunca, bu alanlarda çalışmaya başlıyorlar. Neden? Neden sektöre sürekli bu şekilde insan pompalıyoruz? Neden alternatiflerden hiç bahsetmiyoruz? Neden teknolojinin kendisi yerine, bir şirketin ürününü anlatıyoruz? Bunlar ciddi ciddi, planlı programlı işler aslında. Son dönemde bu algı kırılıyor. Pek çok kurum, GNU/Linux’u tercih etmeye başladığından beri algı değişiyor. İnsanlar Linux öğrenmek istiyor. Üniversitelerdeki kaliteli hocalarımız, özgür yazılımlardan bahsediyor. Öğrencilerini buralara yönlendiriyor.

Bu arada bu anlattığım konular, sadece ülkemiz için geçerli değil. Tüm dünyada böyle. Şirketler, ellerindeki maddi gücü kullanarak her çeşmenin başını tutmaya çabalıyor.

Burada bir savaş yok arkadaşlar. Hiç kimsenin hiçbir şeyini kötülemiyorum. Farkındalık istiyorum sadece. Bugün kullanılan pek çok teknoloji, kaynak kodlarını açtı. Ya da açık kaynak kodlu veya özgür yazılımlardan faydalanarak geliştirildi. Linux kullanmadan hareket edemez hâle geliyor bilişim dünyası. Bu yüzden diyorum ortada bir savaş yok diye. İsteyen istediğini kullansın. Burada taraf tutmuyorum. Bak bu yayın Spotify’da, özgür yazılım değil. Instagram sayfası falan açtım, özgür yazılım değil. Ama mesela, web sitem özgür yazılımla geliştirildi. 2-3 satır da olsa ufak tefek yazdığım kodlar var. Hepsini özgür yazılım olarak dağıtıyorum. GNU/Linux sistem yöneticisi olarak çalışıyorum ben. Ekmeğimi buradan kazanıyorum. Dokümanlar yazıyorum, eğitimler veriyorum. Al işte bak, mesela podcast bölümü çekiyorum özgür yazılımlarla ilgili. Öğretmenlik yaptığım zamanda, öğrencilerime Linux anlatmıştım. Windows kullandırtmamıştım. Alternatifleri görsünler. Benim gibi 15 – 20 yaşında gelince görmesinler dünyanın Microsoft’tan ibaret olmadığını. Küçük yaşta, alternatifleri olduğunu bilsinler. Önemli olan o. Tercih ederler, etmezler. Kendilerine kalmış bir şey. Ama bilsinler. Bilin sizler de. Sadece bu birkaç firmadan ya da üründen ibaret değil bilişim dünyası.

Hiç özgür yazılım kullandınız mı mesela? Soruyorum bazen. “Ya şey vardı galiba o özgür müydü bilmiyorum.” ya da “Yok, hiç denk gelmedim.” diyenler var. Yanlış işte mesela. Kullandınız. Web’i kullandınız siz. Hiç bir web sitesine girmediniz mi hayatınız boyunca? Web sayfalarını görmenizi sağlayan HTML dili, bir özgür yazılım. Sir Tim Berners-Lee geliştiriyor web’i CERN’de. Tonla para döküyorlar önüne, sat bunu bize diye. “Yok” diyor. “Herkes kullansın. Bilgi alışverişi yapılacak burada.” diyor.

Satsa ne olurdu? Bak ben sana anlatayım ne olurdu. Bir sürü küçük web doğardı. Diyelim ki Ali Web. Wikipedia, Ali Web ailesine katıldı. Hemen abone olun derdim size. Diyelim ki sen Türk Telekom kullanıyorsun. Yok, giremezsin o siteye. Ali Web’e de üye olman gerekirdi. Evinize internet bağlatıyorsunuz, tüm web’i dolaşıyorsunuz değil mi? Böyle olmazdı işte, aksi durum yaşanırdı.

Nedir aksi durum? Çok kolay. Bak mesela Bundesliga izlemek için şuraya üye ol, NBA için buraya üye ol, Formula 1 izlemek için şuraya üye ol. Bir sürü farklı yayın organına üye olmak zorunda kalmıyor musun? Şu diziyi izleyeceksen Disney+ al. Bu film için Netflix al. Ama temmuz sonunda bu film Netflix’ten kalkacak haberin olsun. Geldin dizinin ortasına, “e biz Amazon Prime’a taşındık” diyor. Gidip onu da alıyorsun. Her tarafımız abonelik doldu. Bunu şimdi, web sitesi başına düşünün. Mesela Google’a girdin. Bir şey aradın. Açtın 10 sayfayı yeni sekmede. Bir baktın, 4 tanesine erişemiyorsun. Bunlar için ayrı üyelik al diyorlar sana.

Çok korkunç bir durum bu. Web’in felsefesine aykırı bir durum. Ama ne yaptı Tim Berners-Lee? Satmadı. Hatta bu arkadaşımız sağ olsun web’in geldiği kötü durumun karşısında “Gerekirse yenisini yaparız” bile dedi.

Elinizdeki teknolojilerin alternatiflerine bakın. Sadece size dayatılanı kullanmayın. Sonuç, dayatmadan dolayı olmasın. Tercihten dolayı olsun. Ben kesinlikle Apple almayın, Microsoft kullanmayın falan demiyorum. Öyle bir dünya yok. Bileceğiz onları da. Ben dediğim gibi, sistem yöneticisi olarak çalışıyorum 2-3 yıldır. İşimde iyi olmak istiyorum. Bu sistemlerin hepsini tanımam, anlamam lazım benim. Baktım, gördüm. Linux bana daha tatlı geldi. Orada uzmanlaşmaya çalışıyorum. Bu benim seçimim. Siz bu noktada, Microsoft Windows ortamında uzmanlaşmayı tercih edebilirsiniz. Tercih edin. Problem yok. Mecbur kalmayın yeter.

Mesela yıllarca C# yazdım. Amatör düzeyde tabii. Ama yazdım. Sonra istemedim. Farklı dillere yöneldim. Uygulamalarımda SQL Server kullanıyordum. Vaz geçtim. MySQL, MariaDB ya da PostgreSQL’e yöneldim mesela.

Bazen, bazı senaryolarda özgür yazılımlar size yardımcı olamayabilir. Gün sonunda, mülk yazılım kullanmak durumunda kalabilirsiniz. Bunda bir problem yok. İşinize yarıyorsa ne güzel. Daha önce söylediğim gibi, sadece farkındalık kazandırmaya çalışıyorum ben.

Durum böyle arkadaşlar. Standart bir kullanıcı olmayın lütfen. Bir bakın. Siz bir şeyleri kullanırken, sizden neler götürülüyor? Bilgi ve iletişim teknolojilerinin bu kadar yaygın olduğu dönemde, neyin neden olduğunu, nasıl çalıştığını bilin. Çevrenize anlatın. Varsa çoluğunuza, çocuğunuza anlatın. Burada, tüm insanlığın eli ayağı olmuş teknolojilerden bahsediyoruz. Bunların hepsini, belirli bir tekelde toplamak akıl kârı değil. Gidişat hiç iyi değil. Kapitalizmin göbeğine fırlatılıyoruz hepimiz. Yine söylüyorum, yine söylüyorum. Ben de kullanıyorum. Hepimiz kullanıyoruz. Ama alternatiflere yönelebiliriz. Ben kendi dizüstü bilgisayarımda Linux dağıtımı kullanıyorum mesela. Uzaktaki sunucum Linux. İşimi özgür yazılımlarla halletmeye çalışıyorum çoğu zaman.

Mesela bu yayınları, bir özgür yazılım kullanarak kaydediyorum ve düzenliyorum. Audacity. Intro’yu da onunla hazırladım. Görselleri GIMP ile hazırlıyorum. Web sitesinde WordPress kullanıyorum. Özgür yazılımlar kullanmak için illa ki Linux kullanmanız gerektiğine dair yaygın ve yanlış bir kanı var. Yok öyle bir şey. Bu yazılımlar, Windows için de geliştiriliyor. Orada da kullanabilirsiniz.

Umarım bu bölüm, size yeni gerekli detaylar kazandırabilmiştir. Dinlediğiniz için çok teşekkür ederim. Sağlıcakla kalın.

Bir Cevap Yazın